18.Yüzyılın sevilen şairi, kalplere aşk ateşini düşüren ve eşsiz sembolizmiyle bildiğimiz Şeyh Galip, aşkı tanımlarken "Ateşten denizleri mumdan kayıklarla geçmek*" demişti.
Haklıydı; yanmadan, kül olmadan doğmak olmazdı. Hiç olmamıştı. Olmayacaktı. Şeyh Galip, aşkı kelimelere dökerken elbette beşeri değil, ilahi olandan, bizi birbirimize ve bütüne bağlayan o eşsiz, biricik yaratan/yaratıcı aşktan bahsediyordu. Tıpkı Mecnun gibi; o da çoktan geçmişti Leyla'dan, Mevla'daydı.
Son günlerde yaşadığımız yangınlar önce derin bir çaresizlik, sonra sarsıcı bir panik yaşattı hepimize. Pek çok dostum, nice sevdiğim o cayır cayır yanan ağaçların çok ama çok yakınındaydı. Kimi olanı biteni belgelemeye çalışırken, hemen hemen hepsi el birliğiyle nice canı kurtarmaya gayret ettiler. Kalplerinin arzusu öyle kuvvetliydi ki, günler sonra fark ettiler bedenlerinin ne kadar hırpalandığını. Beli tutulan, sesi kısılan, yüzünün ateşinden uyuyamayan yine de mutluydu. Başka türlü bir hal gelmişti her birine.
Büyüklerin sözleri dönüyor zihnimde dün geceden beri. Nicedir kaybettiğimiz, eteğinin ucunu tutamadığımız, içsek, sevişsek, bilgi dağlarında keşiş olsak da sırrına ermemize, şu ufacık, minicik varlığımızı anlamlandırmamıza yetmeyen, fani hayatlarımızdaki çırpınışlarımıza son veremeyen çaresizlik hissini düşünüyorum. Ruhumun kafesini neyle, ne zaman kıracaktım? Ne olacaktı da ben, biz şu derin uykudan silkinecektik? Bitmeyen bir koma mıydı yaşam? Böyle mi tamamlanacaktı? Kimiz, neden buradayız, bizi bir kılan nedir anlamadan mı göçüp gidecektik gezegenden?
Alkol, müzik, edebiyat, sanat, yemek, içmek... Hepsi iyiydi, hoştu da şu açlıktan yerle yeksan olmuş ruhu bedene dönmeye nasıl ikna edecektik? Öyle uzaktı ki, o kadar erişilmezdi ki bütün ve tam hissetmek. Yıldızlar gibiydi anlamlı anlar; bir var, bir yok. Çokça da yoktu.
Ve işte olan oldu. Yıldızlar yere indi. Ateş topu oldu her biri, kopup kopup geldiler güneşten. Dağı, denizi, kuşu, böceği yakıp yıktı alevler. Tenimize değdi, ayaklarımızı, ellerimizi kavurdu. Ama en güzeli, en inanılmazı merhemler sürüldüğünde, yaralar sarıldığında , hepimiz tek başımıza kaldığımızda içimizdeki karanlığı aydınlatanın da aynı felaket olduğunu gördük.
Dualar kabul olmuştu, ama bir bedeli vardı; şerdeki hayır, hayırdaki şer...
Artık anlamsız değildik. Yalnız değildik. Kimsesiz, sahipsiz hiç değildik. Ruhumuz yığıldığı yerden doğrulmuş ve ait olduğu bedene yerleşmişti. Sahip olduğumuz gücü görmemizi önleyen o derin uyuşukluk, gözlerimize inen kalın perdeler aralanmış, ateş bir yandan dışarıyı kül ederken, öte taraftan içimizde güneş gibi sıcacık, aydınlık odalar açmıştı.
Bunu birbirimize anlatmaya başladık. Birimiz fotoğraf çekti, diğeri susuzluktan telef olan canlara su içirdi. Ben yazdım, sen herkes uyurken bu olanları resimledin. Diğeri komşuya yemek indirdi. Şimdi anladık açlık nedir, yorgunluk nedir, asıl yoksunluk ve gerçek zenginlik nedir. En önemlisi kim olduğumuzu hatırladık. Bizi suretinden yaratan gücün, sana şah damarından yakınım** dediğinde ne anlatmak istediğini tek tek hücrelerimizde duyduk, yüreklerimizde bildik.
Günler geçecek, alevler alçalacak elbette. Bu heyecan, bu eşsiz adrenalin yerini tekrar daha sakin günlere bırakacak. Peki biz? Bu uyanışı, içimizdeki odaları aydınlatan, bizi bir yapan ateşi harlamayacak mıyız? Öylece bir an için uyanıp, sonra tekrar kalın perdelerimizi çekecek miyiz sahiden? Sanmam. Bir kez ateş denizlerini mumdan kayıklarla geçenler aşkın, varlığını anlamlandırmanın peşini bırakmayacaktır.
Bence kutsal kitapların müjdelediği uyanıştayız. Kıyamet miydi beklediğimiz? Zombiler mi gelecekti kapımıza? Elbette hayır ve elbette bir gecede olup bitmeyecekti her şey. İşte kıyam***, işte uyanış; hissettiğimiz bir olma hissi.
Çok ruh göçtü. Bir o kadar daha, belki de çok daha fazlası da göçüyor, göçecek. Biz, burada kalanlar, izleyici değiliz. Yapacaklarımız var. Artık bunu çok iyi biliyoruz. Artık mumum ateşte erimesinden korkumuz kalmadı şükür.
Korkunun bittiği yer, sen ben davasının bittiği, sevginin, aşkın başladığı yerdir. Oradan yazıyorum.
Aşk olsun geleceğe!
*Hüsn-ü Aşk
** Kaf Suresi Ayet 16-17
*** Ayağa kalmak, uyanış. Arapça.