16 Haziran 2021 Çarşamba

HAYAT SERT, KUŞLAR SAKAT

 




                    Aynı şeyi tekrar tekrar yapmak ve farklı sonuçlar beklemek deliliktir.

                                                                                                         Albert Einstein


"Hayat sert" diyor kuzen, keşke o kadarla kalsa... Ekliyorum o halde; hayat sert, Dünya dansöz, ben şaşkın.

Senelerce yedi mahallenin derdini dinleyip, çözüm arayıp, kendimi nicelerinin hayatında ehemmiyetli bişi zannederek yaşadıktan sonra ve tabii onlarca hayal kırıklığı ve yüzlerce hayrete düşebilmelerden de geçerek damıttığım şudur: insanlar egoist, 

insanlar zalim, 

insanlar bencil.

Kimse vazgeçilmez değil, hiç kimse hayatının sonuna kadar bir diğerinin yanında değil. İnsan dediğin zaman zaman kendini bile terk ederken, diğerlerinin yanında nasıl ve neden daimi olsun ki? 

İnsanın hayatta kalma mücadelesi ve mutluluk arayışı gökkuşağının bittiği yerde bekleyen altınlar kadar gerçekçi. Filmin sonunda gittikçe ağırlaşan, bir yaşam boyu biriktirilmiş kargoyu bırakabilmek arzusu, sanırım tek gerçeklik anı.

İyimser cümlelerimden açıkça anlaşılacağı üzere bir kez daha gerçek dünyaya tosladım ve İstanbul'a döndüm. Bülbül sesleriyle gün doğumu izlemek, çakalları dinlemek, hayıt otu koklamak, fasulye çapası, kekik sıyırmalar ardımda kaldı. Elimdeki bir avuç sele zeytin ve içinden geçtiğim kasabanın, köylerin hayaletiyle başladığım noktadayım: yersiz, yurtsuz.

Çocukken çok fazla oyuncağım, çokça kitabım ve boya kalemim vardı. Hayal meyal hatırladığım bulduğum her kağıda durmadan bol bol resim yaptığımdır. Bir de iskambil kağıtlarından saraylar inşa eder, içine Maça kızı ve Maça Papaz'ını kral ve kraliçe olarak yerleştirirdim. Bitmeyen yağmurlu günlerde ince ince, nefesimi tutarak ve  defalarca saraylar kurardım ve ev halkından biri kenardan geçerken rüzgarıyla yıkıverirdi. Ben, yeniden yapardım. Orada yerle bir olan aslında neydi? İskambil sarayları defalarca inşa ederken ben neyin peşindeydim?

Bugün dersen ne iskambilden, ne de tuğladan değil saray, tek göz oda örecek gücüm yok. Kendimi geç kalmış, kenara sıkıştırılmış ve yorgun hissediyorum. Av veya avcı olmayı reddettiğim dünyanın gölgede kalan yaratıklarından olduğumu sanırım yavaş da olsa kabullendim.

Orta yaşlı beyaz Türk'ün kırsal hayallerinin bittiği yerden yazıyorum. Orta Doğu'da yaşadığına uyanmış bir kadının klavyesinden. Sonucu değiştirmekten aciz, herkese uzak bir yerden.








Hiç yorum yok: