28 Haziran 2020 Pazar

UÇURTMA


Güne, topuk dikeni egzersizi yaparak ve ardından da balkondaki yavru kediyi besleyerek başladım. Annesi ameliyat olalı ve kliniğe gideli Pazartesi tam iki hafta olacak. Kardeşi de üç gündür başka bir klinikte tedavide. Gözünün üstünden zor bir ameliyat oldu.... Balkonda kalan  tekbaşına kalan yavruyu tok ve güvende tutmak konusunda haddimi aşmadan bir mücadele veriyorum. Yaratılmış hiçbir şeyi, özellikle kendimi, deneyimlemem gereken zorluklardan koruyamayacağımı gayet iyi anladım. Hayat kafama vura vura anlattı. Nasıl olsa ne kadar anladığımı zaman gösterecek ve anlamadıysam da yine kafama vurur nasılsa diyerek dert etmiyorum. Sadece şu an idrakım elverdiğince makul davranmaya gayret ediyorum.

Acıdan ve olası kederden kaçmak sadece yanılgı. Yapabileceğimiz tek şey olanı olduğu haliyle kabullenerek içinde durmak. Ama zor. 

Edirne'ye gittiğimizde Muradiye Camii avlusunda çingenelerin çocuklarıyla uçurtma uçurmuştum. Ahmet fotoğraflarımızı çekmişti. Sanırım hayatım boyunca en çok özleyeceğim anlar arasındadır. 
O hiç tanımadığım, kirli suratlı güleç yüzlü veletler öyle güzel eğleniyorlardı ki, uçurtmanın ipini elime alırsam o sonsuz eğlenme hali bana da sirayet eder sandım. Yanıldım.

Öyle olmadı. Daha uçurtma ellerimdeyken hüzünlendim.İçinde olduğum anı gelecekte ne kadar özleyeceğimi düşünüp, ilerideki olası anımsamanın kederinde boğuldum.

Mutlu olma fırsatlarını kendine zehir zıkkım eden zihnime tüküreyim! Zihnin öğrenilmiş ezberine tüküreyim!

Ben aynı hatayı şu hayatta en sevdiğim insanı koklarken de yaptım. Kokusunu hafızama kazımak istedim. Oldu mu? Elbette olmadı. Oysa ne vardı an içinde dursaydım? Ne olurdu hiç değilse o birkaç dakika hayatın kucağıma bıraktığı hediyeyi alıp bağrıma bassaydım?

Kontrol edemediğim bir uçurtma hayat. İpi hep sağda solda....

Yaşadığım tüm an'lar, içinde durmaktan kaçtığım kederler ve sevinçler, gözyaşları ve neşe, gün gelip hesap soracak biliyorum. Yapmam gerekenin basitliğine karşı nedir bu basiretsizliğim gerçekten anlayamıyorum.

Aldığım nefesin ciğerlerime dolmayışının sebebi de bu. Tek istediğim ipin ucundaki hayatı, hayatımı tıpkı uçurtmanın her hamlesini hisseder gibi hissetmek. Rüzgarı okumak, uçurtmamı ağaç dallarından, yere çakılmaktan olabildiğince kollamak. Ne olur? Düşer mi? Düşsün. Onu tekrar havalandırmak için tüm gücümle koşarım! Ağaca mı takılır? Yırtılmasın diye yavaşça, nazikçe dalların arasından alırım! Alamaz mıyım?

Hayat, uçurmaya cesaret edemediğim, takıldığı daldan alamadığım, her gün onlarca yüzlerce rüzgarı ıskalayan, imrenerek gökleri özleyen bir uçurtma ellerimde. Hiç kimse değilse bile ben bunun hesabını kendime soracağım, biliyorum.

Neden yaşamı parmaklarımda hissetmekten bu kadar korkuyorum? Kederden kaçarken dondurduğum kalbimin buzları ne zaman çözülecek? Bilmiyorum...







24 Haziran 2020 Çarşamba

- VI- DERİN BİR GÖL RÜYASI


Birbirimizin karasularında izinsiz yüzüyoruz nicedir. Ben yüzme biliyorum, sen bilmiyorsun. Ben sudan, boğularak ölmekten çok korkuyorum, sen korkmuyorsun. Hep daha derine dalmak isteyen, çok da korkan iki tuhaf varlığız. Ne yapacağımızı kestiremeden, el yordamıyla anlamlandırmaya çalışıyoruz hayatın işaretlerini.

Sana "anne" diyorum. Seni her çağırışımda, her anne dediğimde sesim eko yapıyor ve gelip tam kalbime çarpıyor. Çünkü sen de bana "anne" diyorsun!

Bir geceden ertesi sabaha yüreğimin odacıklarında yüz çocuk doğuruyorum da, gerçek hayatta sadece senin anne diyen sesin, bazen de keskin sessizliğin uğulduyor kulaklarımda. 

Bu derin, adına hayat dedikleri durgun suyun içinde hazineyi arıyoruz. Bazen günlerce, haftalarca süt liman yüzey. Kıyıda piknik yapıp, ağaçların gölgesinde huzurla uyuyoruz. Huzur nedir bilmeyen ruhlarımız hep tetikte olsa da, birkaç küçük an var zihnimizi oracıkta bırakıp gülümsediğimiz. Ama öyle zamanlar var ki, altı üstüne geliyor gölün. Bulanık suyun yeniden berraklaşması aylarımızı, hatta yıllarımızı alıyor. 

Yüzlerce metaforla anlatabilirim bağımızı, bağlılığımızı. Yine de   en güzeli, en iyi bildiğim yerden yürümek;  sınırlı bir oksijenle birbirimizin karasularında dolanan acemi dalgıçlarız o halde. Bu derin gölden ya birlikte çıkacağız ya da bir sonraki karşılaşmamıza kadar iç sularımızda bol bol su yutacağız. Seçim bizim. Benim tek başıma karar vermem yetmiyor. Bunu biliyorum.

Kalın elbiseler giyiyor ve tekinsiz derinliklerde geziniyoruz. Yosun tarlalarında göz göze geldiğimizde, kısacık da olsa anlar gibi oluyoruz birbirimizi. Dizine tırmanmış bir ahtapotu şefkatle severken gördüğüm sen, aynı yumuşaklığı ayaklarının dibinde dolaşan yengeçten esirgiyorsun. Kafam karışıyor.  

Sevginin ve korkunun belirsiz sınırında seni seyrediyorum.

İkimizde sırtımızdaki tüplerde an be an azalan bir hava olduğunu gayet iyi biliyoruz. Uzun süre gölün dibinde kalamayız. Birgün aradığımızı bulsak da bulmasak da yukarı çıkmamız gerekecek. Neden zamanı iyi kullanamadığımızı hiç anlayamıyorum. 

Derindeyiz o sabah. Suyun ritmine kapılmış dans eden  yosunların  ardından seni izliyorum. Mevsim kış. Bu göl donarsa ikimizde altında kalacağız. Hadi çıkalım diyorum sana. Ama kımıldamıyorsun, taş gibi bakışların. Belli ki dizindeki ahtapota olan  merhametini ayaklarının dibindeki yengeçten esirgeyeceksin.

Kendini dalgıç sanan bir yengecim ben; sen kıskacıma basınca anladım...

Uyandım!


19 Haziran 2020 Cuma

Allah Rızası İçin Yaşamak ve Yaşatmak





Sandal ağacı esansı kokan sabunumu iyi ki pijamaların arasına koymuşum. Şu serin Haziran akşamında ne güzel koktu ortalık. Haftalardır yüreğime dert olan anne kedi emin ellerde şifa bulurken ve ben yavrularını doyururken, şu "Allah rızası" ne güzel şey diye geçti gönlümden. Sokakta ekmek bulamayan binlerce, on binlerce canlı var biliyorum, hepsine yetemeyeceğimi de... Haftanın sonunda şu minicik dünyamda iki küçük kedi, bir bacağı kırık martıyla ne kadar tok, ne kadar şükran doluyum onu söylemek istiyorum. Allah rızası için verdikçe, adeta on mislini yağdıran hayat nasıl da büyük bir gizem! Günlerce an be an açıp, solan gül, kokusuyla sarhoş eden ıhlamur, meyvalarıyla besleyen malta eriğim... Bunlar her an kucağıma bırakılan hediyelerin sadece birkaçı.



Laf olsun diye değil, sadece verdiklerine de değil, asıl vermediklerine, esirgediklerine teşekkür ederim hayat. Olmuş ve olacak her şeyden, tüm ezeli ve ebedi akitlerden, hatırladıklarımdan ve hatırlayamadıklarımdan ölesiye razıyım. Hayattan ve ölümden, yediğim her lokmadan, örtündüğüm her kıyafetten ve karşılaştığım her insandan razıyım. Bu hafta bana "iyi ki" dedirten tüm uyanışlarımdan, kabullenişlerimden misliyle razıyım.

Kalan ömrümü Allah rızası şuuru ile yaşamaktan gayrı tek bir arzum yok.