Ne şarkı ama... Sisli bir sabahta zihnimi yalayıp geçen satırlar arasında yitip gideyim diye yazılmış sanki. Zaten boğazın üzerimde tam da böyle bir etkisi var; ne vakit yanına yaklaşsam onlarca geçmiş yaşantı ve bir o kadar da pas geçtiğim hayatın kokusu gelir burnuma. Bu şehri bildim bileli, ki onu kendimden evvel bilmişimdir, seyrederim mavi sularını. Bir tek günüm olmamıştır ki rengine , kokusuna alışayım, sıradanlaşsın ve bakıp görmeden öylece kıyısından geçeyim… Öyle bir an yok hayatımda. Çok şey alan ama en az o kadarını veren güçlü bir anne İstanbul. Heybetli kraliçem, benim şiddete maruz kalan kentim.
Boğaz mı? Onun pelerini; düşlere, kabuslara örttüğü tülü...
Tavanında denizin dans ettiği bir yalı var düşlerimde, Orhan Veli'nin Evi'nden kıyıya inen yokuş, Özlem Çayevi, semt pazarı... İstavrite çıkan sandallar, Arnavutköy kıyılarından yayılan çilek kokusu, Göksu çayırına yayılmış çocuklar... Macun satanlar.. Mihrabat Korusunda gezinen sevgililer. O kocaman ağaç! Sandal sefaları...
Yeni bir yıla girerken bir de bak bunu duydum işte tam da o güzelim kıyılara bakarken çalıyordu:
https://www.youtube.com/watch?v=VmWZT12nfJ8
Geçmiş geçmişte kaldı, sustu demedim bak, arkada kaldı.
Mutlu yıllar hepimize....