30 Haziran 2024 Pazar

BALTALAR ELİMİZDE UZUN İP BELİMİZDE BİZ GİDERİZ ORMANA HEY ORMANA....

 

HERŞEYİ VE HERKESİ ALSINLAR GÜNÜN AKIŞINDAN AMA SABAHLARI ELLEMESİNLER. BANA YETER.

Bu sabah kuş sesleri kulaklarıma dolarken, gözüme yeşilin yavaş yavaş değişen tonları ilişti. Yemyeşil, baharın tamamlandığını ve yaza geçişe hazır olduğumuzu fısıldadı inceden.

Evet, hazırız. Burhan kazıya, ben İstanbul'a sıkı sıkı bağlanarak geçireceğiz mevsimi.  Sadece İstanbul'a da değil, kendime de sıkı sıkı bağlanarak geçecek bu yaz. Niyetimi açıkça söylüyorum ki yer gök duysun. 

Varım ve buradayım.

İnsanın inceldiği, kırılıp dağıldığı yerler üzerine çok yazdım. Benim canımı yakanları işaret eden yüzlerce cümle çıkartabiliriz yazılarımdan. Bir o kadar da kendime ettiklerimi anlattım, anlattım, anlattım... Ne suçlayarak hakkım olan özüre kavuşabildim, ne de kendimi yiyip bitirerek yeni bir başlandıca erdim. Güzel olan beklentimin manasızlığını gördüm. Normallik ve yetişkinlik hakkındaki dayatmaların, kabul gören kriterlerin anlamsızlığını da gördüm.

Dün Burhan'ın aldığı açmaları gömerken "benim normal olmadığımı düşünüyorlar" dedim. Burhan "çok mu önemli senin için? " diye sordu."S.. kimde değil!" dedim. Burhan da "bildiğim kadarıyla senin s..kin yok!" dedi.

Kahkahayı bastık. Çünkü ikimiz de böyle konuşmayız normalde, hele de birbirimizle. Ama bazen sansürsüz, anormal sınıfında ve canlı olmak ağır basıyor, iyi geliyor düşünmeden konuşmak.

Benim bu sabah içimden geçen olgun insan tanımı şöyle: kalbini ve zihnini doğru yer ve zamanda tereddütsüz kullanabilen, eşyanın tabiatı gereği bedenine iyi bakıp, onu doğru yönetebilen varlık.

Yarın 1 Temmuz 2024. Elvan'ın en sevdiği bayram, Kabotaj Bayramı. On gün sonra da doğum günü. Ne mutlu bana, iyi ki doğmuşum. Madem doğmuşum, o halde yaşayayım gitsin değil mi?

Kendi doğum günümde size ormanda öğrendiğim en gizli bilgiyi vereyim mi bu sabah?

Ne anladım biliyor musunuz hayallerime kavuşmayı gerçekten istemediğimi, aslında düpedüz ne istediğimi bilmediğimi, belki hayallerimin bile  olmadığını... En önemlisi içimde, özümde saklı olan parçamla henüz tanışmadığımı ve aslında bütün öfkemin, kaybedişlerimin hırçınlığının, durmadan savunmada kalmamın altında yatanında o derine gömülü parçama özlemim olduğunu anladım. Onu geri istediğimi, onu kimseyi, hiçbir şeyi istemediğim kadar istediğimi anladım. Ben bana yeterdim. Yeterdim de ben pek bir kaybolmuştum. Elvan neredeydi?

Belki de bu yüzden gitmek, göçmek anlamsızdı ve bu sezişle İstanbul'dan gidişimi mümkün kılmak için dağları delmedim. Aynı sebeple Naci anlamsızdı çünkü kendini sevmeyen parçasını, kendini sevilesi bulmayan karanlığını görmüştüm. Bu yüzden akademik dünya çabama değmezdi, bu sebeple belki de en anlamlı şey balkonda oturup deniz kuşlarını dinlemek ve yeşilin bana zamanı haber veren tonlarına göz süzmekti.

Hayat basitti: insan kendine dolanıktı. İnsan hayatı değil, ötekileri değil, kendini çözmeliydi. Kendi kendine dolandığı, hatta doğmadan evvel ana baba silsilesinin onu içine sakladığını dolanıklıktan kurtulmalıydı. Ancak böylece yaşam anlamlı ve doyurucu olabilirdi.

Bu anlayış ve kavrayışla eski yaşantımı ardımda bırakıyorum. Elimde balta, önümde orman. Çıkışa az kalmışken diyorum ki bir tek ağaç kesmeden, baltayı ayağıma indirmeden yeniden başlayacağım. 

Bak gör daha neler neler yapacağız Elvan.





Hiç yorum yok: