İki takıntım; zaman ve ölüm ötesi. Kalenderi dervişlerinin orasından burasından sarkan, nereye giderlerse gitsinler çıngıl çıngıl ses veren boncukları, kapları, kacakları gibi, ruhumun vazgeçilmez aksesuarları zaman ve öte alem.
Şimdilerde daha da sıkışmış hissediyorum. Durmadan tutmadığım sözler veriyorum kendime, şunu yapacağım hafta sonu, bunu yazacağım, şöyle besleneceğim vesaire vesaire. Hiçbiri olmuyor. Geleceğe, bilinmeze erteliyorum tüm sözde tercihlerimi. Sahi ne yapıyorum ki ben? Acaba istemem gerekenleri mi sıralıyorum zihnimde? Kendime "ne istersin?" diyemeyecek kadar mı derin uyuyorum? Öyle olmalı. Yoksa neden dövüp durayım kendimi?
Yaşam, biz onunla akmak yerine, gizlerinin peşinde dedektifçilik oynarken, güm diye oyun bitiren ölümden başka kimseyi ciddiye almıyor besbelli. Yaşam ve ölüm yakartop oynarken biz can kapmaya mı çalışıyoruz?
Ben geniş zamanda kaybolmuşum, geçmişin yaşanmış olaylarından uçurtma yapıp boşlukta salınmışım, hiççç bi tarafında değil! Şimdiki zamanla adımlarını eşlemeyene huzur, dirlik düzen yok! Şimdiki zamanda uyanık olmayana ne şeker ne şaka!
Yazamıyorum. Üç gündür içime göçtüm. Hidrojen balonu gibi bedenim ama kelimelere dökemiyorum. Etim, kanım çekilmiş, derim rüzgarda sallanıyor da ben neden adını verip, geçemiyorum.
Yine zaman di mi? Otuz senelik oyun bu, bırak da rüzgar kumla, taşla doldursun di mi? O zaman böylesine batmayacak gözüne, bu kadar dönüp durmayacaksın etrafında.
Delirmiş cadılar gibiyim. Bir büyü yaptım, sonuçlarını görmeye gücüm yok!
26.12.2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder