"Neden sordun?"
"Hiç, yazmak istedim."
"Kim anlattı sana bunları?"
"Sen"
"Ben mi?"
"Evet. Elbiseyi de sen göstermiştin."
Ev yokuşun orasında. Pencere, gözlerinin hiç alışık olmadığı bir yeri görüyor. Yüreğin her daraldığında başını denize çevirdiğini hissediyorum. Propontis'in* Portus Novus** açıklarına bakıyorsun. Diğer taraf dik bir yokuş, için kaldırmıyor tırmanışları.
Kaç çocuk tutundu eteklerine? Üç, dört? Söyler misin kaç yaşlarındalar? Kim bilir ne kadar da miniciktir elleri.. Nasıl şaşkındır yürekleri... Keşke çağları aşıp pencerenin pervasına konsam ve onların kaderlerinin senin suçun olmadığını söyleyebilsem. Hepinizi bu limana savuran rüzgarlara kızma diyebilsem.
Toprağa bıraktığın her bebekle kalbin ağırlaşıyor olmalı İçeride sen, eteklerinde yetimler, hepiniz ne kadar yalnızsınız. Görüşün bulanık, gücün tükenmiş olmalı. Bu ev, hayatın, komşuların, hatta kocan bile henüz yabancı değil mi? Atlas bir yorgan olup hepinizi gelecekteki iyi günlere uçurmak isterdim. Keşke sen bütün bu acıları çekmeden oturma odasındaki sobanın kıyısında buluşabilseydik ikimiz. Ama sabret lütfen, o gün gelecek.
Kırk yamalı entariyi kalbine bastın mı anneanne? Uzun uzun kokladın mı hayatı? Tüm bu tılsımlı çaputları giydir Gün Işığı*** kızına. Uzun upuzun olsun eteklerindeki, yüreğindeki varlığı. Bil ki o hepimizin gün ışığı olacak. Kırk yamalı entariyi gün kızına giydiren İşthar**** ışığımı onun üzerinen tutacak evlerimize.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder