Her şey kendi içinde tuhaf bir dengeye sahip. Sanırım bu yüzden zaman kavramı- kavrayamadığımdan :)) - beni hep etkilemiştir. Benimle akan, ama benden önce var olan ve benden sonra var olmayı sürdürecek olan. Elle tutup, gözle göremediğim, varlığını inkar edip kaçamadığım "şey"!
İyi yaşanmış günler zamanı daha somut algılatıyor insana. Ve tabii zor günler de... Bu durumda eldeki formül çok açık, kimse zor günlerin sayısını arttırmak istemeyeceğine göre, demek ki varoluşa yapılacak en akıllıca yatırım iyi anlara odaklanmak!
Neyse ki hayat bazen bu işi biz burnumuzu sokmadan kendi kendine de beceriyor ve beklenmedik zamanlarda gerçekleşen güzel karşılaşmalarla insanı umutlandıran olasılıklar sunuyor. Talihsizlikler gibi şansı süreçlerin de zincirleme kaza olarak geldiğine inandırıyor insanı.
Ben böyle bir kırılma noktasından geçtiğimize inanıyorum. Yeryüzü ayaklarımın altından çekildiğinde ve başım gökyüzüne bakamayacak kadar ağırlaştığında zaman boşluğunda asılı kaldım. İnanmayı seçtim. Henüz yaşanacak iyi günlerimiz vardı; hatırlanacak iyi saatler biriktirecek, parlak sabahlara uyanacak, üstümüzü şefkatle örtecek gecelerde huzurla uyuyacaktık. Sadece azıcık hızlanmamız gerekiyordu. Tüm yaşadıklarımız bunu hatırlatmak içindi.
Zaman ele tutulur, gözle görülür olmak istemiş, kendi sonsuzluğunda, bedenlerimizin sonluluğunu anlatmıştı.
Anlamıştık. Unutmamalıydık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder