Çok ama çok eskiden pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken çok sakin bir hikaye yaşanmış yeryüzünde.
Bir zamanlar uzak mı uzak, bir defa gidene ömür boyu tuzak gizemli bir kasaba varmış. Bu kasabanın ağaçları bodur, tepeleri alçak ve denizindeki dalgalar kocamanmış.
İnsanların çitlembikle inciri ezdiği, çocukların bundan gayrı çukulata bilmediği vakitlermiş. Bakkallarda horoz şeker satılır, top top basmalardan rengarenk elbiseler giyermiş anneler.
O günlerde hiçbir evin anahtar yokmuş, çünkü ne kapılara ne de kalplere henüz kilit vurulmamış.
Pazarda satılan meyveler ve sebzeler değilmiş sadece, tezgahlardan neşe, bereket, bolluk dolarmış filelere. Çiçeksiz, şekersiz dönülmezmiş eve. Üç etekli teyzelerin temel devranları henüz düşmemiş tezgahlara. Yazmaların kenarında iğne oyaları, insanların ceplerinde kumaş mendiller varmış. Yabancılar bir elin parmağı kadarmış ama yerliler de olsa olsa Mehmet Amcanın bıyıklarını aşmazmış. İnsanı az, bitkisi, hayvanı bol, gözlerden ırak bir kuytuymuş oralar.
İşte o azıcık yabancıdan birinin kızıymış kahramanımız. Uçsuz bucaksız bir mandalina bahçesindeki kilitsiz evde yaşarlarmış. Evin yemyeşil perdeleri, yemyeşil halıları ve turuncu koltukları varmış. Babası hayatları mandalina bahçesine yakışsın, küçük kızı dünyanın tüm kötülüklerinden saklansın istemiş sanki.
Tepelerden inen rüzgarların eteğinde bir antik caddenin kenarındaymış ev. Herkesin herkese masallar anlattığı, masal anlatılmayan zamanlarda da masal gibi yaşadığı bir mahalleymiş orası. Bilge kadınların dikiş diktiği, kanaviçe işlediği, henüz dantel örtülerin demode sayılmadı zamanlar.
Sütün kaymağı diye güzel bir şey yerlermiş her sabah. Yumurta, süt kaymağı ve şeker. Işıklı bir penceresi, evin annesinin ördüğü yeşil örtüleri varmış mutfağın.
Yaşadıkları evin kocaman havuzu, havuzda japon balıkları ve dünyalar güzeli bir dut ağacı da ön bahçenin güzellikleriymiş. Türlü hayvanın yaşadığı bu bahçede kızın en sevdikleri çatıda yaşayan güvercinler ve havuzdaki balıklarmış. Bir de limandaki kırlangıçlar varmış tabii ama onlar her yıl gidip, birkaç ay ortadan kaybolduklarından galiba en çok onları merak ediyormuş küçük kız. Kim bilir neler biliyormuş o kırlangıçlar?
Bu kasabada yaz uzun ve sımsıcak, kış kısa ve bol yağmurlu geçermiş. Uzun kış gecelerinde büyükler adaçayı içer, çocuklara ballı süt kaynatılırmış. Bol bol mandalina yenir ve masallar söylermiş Tasa Karısı Fatma Teyze. Hatçe Nine ve Kübra Teyze de eşlik edermiş masallara. Her birinin yüzü binlerce yılın gizemiyle aydınlanırmış kandil ışığında ve küçük kızın kulağından kalbine akarmış duyduğu tüm sözcükler. Ne şanslıymış ki iyilik ve merhamet o hiç bilmeden akmış kalbine o gecelerde..
Kasabanın elektrik direkleri kavaktan yapıldığından olsa gerek her fırtınada eğrilir ve tüm evlerde mumlar, yağ kandilleri yanarmış. Birbirinden güzel yağ kandillerinin gazı ne kadar izin verdirse o kadar sürermiş sohbetler. Öyle her evde de bol bol yakılmazmış, o gece kimse ev sahibi o yakarmış kandilleri.
Verandalar dolusu incir serilirmiş sonbaharda eski basmaların üzerine. Kekik suyuna bandırılan bu eşsiz meyve, kışlık tatlısı olurmuş ev halkının. Bu yüzden küçük kız en çok incir, zeytin ve mandalina severmiş. Ev kokarmış bu meyveler, çocukluk kokarmış mis gibi.
Fakirliğin veya zenginliğin değil, hayatın esas sayıldığı bir kasabada yaşamak o vakitlerde lüks değil, normalmiş. Çünkü insanlar başka türlüsünü bilmez, akıllarına kötülük getirmezlermiş.
Anneannelerin bahçeden kopartıp verdikleri elma çocukların neşelenmesine yeter, hele de düğün olup keşkekler kaynar, börekler açılırsa hayat sonsuz bir şölene dönermiş. Yemekler sadece yemek değil, bildiğin mutlulukmuş herkese.
Ekmek kokarmış bahçeler. Dut zamanı sinemanın önü reçel denizine döner, balıklar balık pazarında değil el arabalarında mahalle aralarında satılırmış. Sucu Amcası, bir de gevrekçisi varmış kasabanın. Sucu Amca suyu Salmakis'den taşır, Gevrekçi Amca gevreğe sahici pekmez sürüp, en güzel susama bularmış. Küçük kız bu pekmezli gevreği koca kadın olduğunda bile hiç unutmamış.
Keşke hayat her an, rüzgarın taşıdığı deniz tuzunu yalarken, yavaş yavaş çiğnediği tatlı gevrek kadar dengeli olsaymış.
İç çeke çeke yaşlanacağını bilmeden birbirinden güzel sabahlara uyandığı dokuz güzel yıl yaşamış kahramanımız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder