Altıyı biraz geçiyordu gözümü açtığımda. Seher vaktini uykuda geçirmişim. Daha doğrusu uyur uyanıktım. Yataktan kalktığımda derin bir şükran hissettim. Dilimde değildi, tüm bedenimdeydi şükran. Özel birgün olmuştu 5 Mayıs. Kalbimi gölgeleyen anlaşılmamışlıklardan, duyulmamış sözlerden bir kısmını daha gün ışığına ulaştırmıştım. Kalbime temiz hava dolmuştu. Karşılıklı tutulan gözyaşlarını içimdeki kirli kapları yıkamıştı.... Yorgundum, hafiftim. Güzel uykumun, derin şükranımın nedeni buydu. Bir dilek dilemeden, hayat eski bir dileğimi kabul etmişti.
En sevdiğim gülü kesmişler. Üzüldüm... O kadar güzel kokan, yumuşak, kan kırmızı bir çiçeğe nasıl kıymıştı kıyan? Bahçem olduğunda ben bir gül dikecektim ve ona asla kıymayacaktım.
Hayat beni epeyce inceltti. Önce dışarıya inceldim, inceldikçe hırçınlaştım. Öfkemden biçtiğim abaya sakladım kendimi...Şimdi içeriye de incelmeye başladım çok şükür. Etrafımda dönen hediyelerin, ister geç kalmış duygular olsun, ister bir paket mutfak bezi, o kadar farkındayım, öylesine teşekküründeyim ki, bugün canımı teslim etsem bir tek bu ruh halini daha fazla yaşayamadığıma, geç kalmış sevgilere daha fazla sarılamadığıma içim burkulur o kadar.
Derinlerde bir şeyler iyileşiyor. Hiç kapanmaz sandığım yaralarım kapanıyor. Kavgalarım yerini kahve sohbetlerine bırakıyor. Küçücük bir karıncanın ateşe su dökmesi belki yaptığım, ama ne önemi var? Karıncanın neşesi var yüreğimde, gerisi önemsiz.
Büyük bir şükürdeyim sabahın seslerini dinlerken, yağmurun serinde içtiğim kahve, sağlıklı bir beden, kuşların cıvıltısı... Ve nihayet kendine uyanan bir ruh.
Çok şükür, bin şükür. Önce Allah'a, sonra Meryem'e.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder