Ekin Anıl dün akşam gittiği konserin berbatlığını anlatınca aklıma Londra günlerim geldi. Zaten aklından çıktığı mı var diyeceksiniz ama bahar çok tetikliyor beni. Mart sonuydu Londra'ya ilk gidişim ve tam bu aylarda şehri keşfediyordum. Ölesiye meraklı ve heyecanlıydım. Yüzyılın başındaki Londra'yı düşünsenize! Hala büyülü, hala masal gibi....
Yalnızdım ve bundan aşırı mutluydum. Her şey güzeldi. Yeşil yemyeşil, nehir sihirli, tüm kiliseler, katedraller ve konser salonları rüyaydı bana. O galeriden diğerine, şu müzeden ötekine kelebekler gibi uçuşuyordum. Müzikaller, kitaplar, antika pazarlarıyla kafayı bulmuştum. Charles Dickens almıştım yahu, ikinci baskı!!! Ölmeden cennetteydim bildiğiniz.
Ve işte Wigmore Hall o en güzel keşiflerimden biridir. Bir tapınak! Erken dönem Avrupa müziği seviyorsanız bir kabe!
Keçileri kaçırmıştım mutluluktan. Çok az param vardı ama en varlıklı insandan daha tatminkardı hayatım. İstediğim yiyeceği yiyerek, en sevdiğim müziği dinliyordum! Çıkışta bir siyah bira ve manyakça mutluluk. Sanırım hücrelerim halay çekiyordu zevkten!
Sokaklarda Alice gibi geziyordum. Bazen heyecandan kalbim büyüyor, bazen de ufacık olup kilisele sıralarının ardında provaları dinliyordum. Bir sandwich ve bir elma ömrüm boyunca öyle lezzetli olmamıştı. Hele Victor'un Londra'ya geldiği günler...... Victor, canım dostum.
Victor'la bir tek gün daha Londra sokaklarında olmayı ne çok isterdim.... Bu ay onun doğumgünü. Eğer yaşasaydı elli yaşını aşmış bir adam olacaktı.
Bugün baharın ve Victor'un anısı taptaze. Müzikle teselli bulduğum, Londra'yı delice özlediğim tuhaf bir sabah. Kendimi müzikle İngiltere kırsalına yollamak isterdim. Çok isterdim....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder