HERKES NAMAZA GİTTİ ZAHİR, YAZIMI KİMSE OKUMAMIŞ:))) Neyse, size iki gün önce beslemeye başladığım Kel Kör Karga'nın hikayesini anlatacağım. Birara okursunuz.
Kitapları babam alıp eve getirmiş, annem benden fazla sevmiş ve bence bir bir okumuştu. Üç küçük ruhtuk evde; iki yetiştik, bir çocuk. Bahçemiz, çiçeklerimiz, havuzumuzda japon balıklarımız ve o yıllar düşünülünce gayet normal sayılacak bolca huzurumuz vardı. Mutlu muyduk emin değilim ama keyfimizi bozacak birşey yoktu.
Behrengi'nin masallarıyla büyüdüm ben. Püsküllü Deve, Sevgi Masalı, Karga, Bir Şeftali Bin Şeftali ve elbette Küçük Kara Balık. İlk kitabımdı Küçük Kara Balık. Okutmalara doyamazmışım öyle diyor annem. Fakat diğer hikayeler de en az Kara Balık kadar iz bırakmış ki bende Kel Kör Karga bana geldiğinden beri kargalar hakkında ne biliyorsam Uldız'dan öğrendiğimi fark ettim; hikayedeki öksüzdü Uldız.
Yetim ve öksüz kavramlarını henüz bilmediğim yıllarda tanıştım Uldız'ın üvey anası ve üveyliği aratmayan babasıyla. Bizim evden farklı bir evde, bambaşka coğrafyaların çocuğuydu Uldız ama nihayetinde o da ufacık bir kızcağızdı işte. Sana göre hikayedeki kahraman, bana göre oyun arkadaşımdı. Kargaları sevmeyi muhtemelen ondan öğrendim. Aslında ben hayata dair neredeyse herşeyi kitaplardan ve o ilk evimizin bahçesinde öğrendim.
Uldız ve Kargalar hikayesi ne kadar hazin olursa olsun bir sonraki karga hikayem tam anlamıyla aşk masalıydı. Harun'a çok aşıktım ve kargalar bizi biliyor, bizi yüzyıllar ötesinden hatırlıyorlardı. Önce hiç anlayamasak, anlamlandıramasak da ilerleyen zamanlarda galiba bizde onları anımsadık... Zamanın bir yerinde gün batıyordu. Komşunun çılgın köpeği delice havlarken, kargalar siyah eşsiz lekeler olarak uçuyorlardı göğün alacasında. Harun'la birbirimize sarılmış, arazi sınırının dünyanın sonu olduğuna ikna, içinde nefes aldığımız anın sonsuzluktaki değerini iliklerimizde hissediyorduk. Biz hep oradaydık aslında kargaların ve bir çılgın köpeğin kutsadığı günbatımında. Ve orada da kaldık.
Haberci güvercinlerimiz kargalardı. Aramızda haber taşıma işini evren onlara vermişti ve biz bunu çok beğendik. Bir ortaçağ kalesinde tanışmış, iki yüz senelik kule evin sakini olmuştuk. Elbette bizim mesajlarımız olsa olsa yarasalara, hadi bilemedin kargalara emanet olmalıydı.
Uzun seneler zaman zaman bana birşeyler işaret etseler de kargalarla bağım bir daha o iki tılsımlı dönemdeki gibi olmadı. Ama şimdi, ben balkonda öylece dururken gelen Kel Kör Karga peynirini alıp gitmiyor, sanki ben sırtına bineyim diye bekliyor. Her defasında ağzında peynir, biri simsiyah, diğeri kataraktlı gibi mavilenmiş, buğulanmış gözüyle dikkatlice bana bakıyor. Kel Kör Karga bugün değilse yarın konuşur, bekliyorum.
Seni uzun zamandır bekliyorum Kel Kör Karga, anlat bakalım neler oluyor hayatta?
2 yorum:
:))) aslında bloga gün içinde girdim ama başka bir yazına bakıp çıktım.
:))
Yorum Gönder