Bugün herkesten ve herşeyden uzak, kendime yakın bir saat istedim hayattan. Aldım. Marinaya gittim. Hocam gelmemişti tekneye. Bir sandalye çıkarttım, uzattım ayaklarımı masaya. Çıt yoktu. Sadece karabataklar ve martılar arada bir yaygara yapıyorlardı. Onlara da ben aldırmadım. Aldırmadım derken, duydum ama içimi sakinleştirmemi engellemediler. Sanki duyduğum sesler benim bir parçammış gibi geldi. Ki çoğu zaman ellerim, kollarım, bacaklarım bile taşımak zorunda olduğum ve aslında bana ait olmayan yükler gibi gelirdi bana...
Neden sonra kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Vay be, ne çok olmuş bulutlara bakmayalı. Utandım! Sahi bu bulut kümelerinin isimlerini öğretmişlerdi okulda. Unuttum! Ah dedim içimden keşke bilgisayarımı getirseydim, oturur ne güzel yazardım birşeyler. Ama çok değil beş dakika sonra rüzgar bayrakları kımıldatmaya başladı ve ardından çarmık sesi ninni gibi geldi.... İyi ki yoktu kağıt kalem, iyi ki yoktu müzik veya okuyacak bir kitap. Karabataklar, çarmık, martılar birlik olup, bana bir oda orkestrası kurmuşlardı bile:)
Çok değil, bir saat kadar oturdum orada. Düşünerek bulamadığım ve hatta bugün düşünmediğim - aslında aklımdan hiç çıkmadığını bal gibi bildiğim - birkaç sorunun cevabıyla kalktım sandalyeden. Düşünmeyerek, kendime düşünmeme hakkını vererek, başarma gayretinden uzakken gelmişti cevaplar. Sonra Konya'yı aradım, dedeme hal hatır sordum, "huuuu" dedim. Ona dediğim "huuu" evrende yankılandı. Yani sana da "huuu" dedim. Duydun mu?
Şimdi evdeyim. Bir türlü gevşetemediğim omuzlarıma birazcık rahatlasınlar diye, "dünya güvenli bir yer, evren bizi destekliyor" diyorum. Ayrıca, değişime açtığım kalbime "atlas sendromu'ndan uzaklaşıyoruz, korkma" diyerek yatağıma doğru gidiyorum. Bu gece uyumayı umuyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder