Havadan mıdır yoksa benim ruh halimden midir bilemedim ama erkenden uyanıp önce P. Özer'in güzel mektubunu bir kez daha okumak ve cevap yazmak*, ardından epeyce sürprizli bir iş görüşmesine gitmek iyi geldi. Hellboy, günün ikinci yarısına bonus oldu.
Benim çocukluğumda Güzel ve Çirkin diye bir dizi vardı. Oradaki Aslan Adam Vincent, fotoğrafını odamın duvarına astığım yegane film kahramanıdır. O zamandan bu zamana kimseyi sevememiş olan ben, bugün saat 17.00 itibariyle Hellboy'a karşı derin duygular beslemekteyim. Zaten burcumda bu ay aşk hayatımın renkleneceği yazıyordu, sanırım bunu kasdettiler!!!
Her iki kahraman arasında sadece fiziksel değil, ruhsal benzerlikler de var bence. Sarıp sarmalayan güçlü yapıları, güvenilirlikleri, iyi kalpli oluşları, bir tek kadını sevmeleri, insanlara yardım etmeye çalışmaları.. Gerçi Hellboy biraz kültür fukarası ve azıcık ego sorunu da var ama neyse ki onun bu durumunu görmezden gelmemizi sağlayan yakın bir arkadaşa sahip. Yine de içmek ve dağıtmak için inanılmaz güzellikte bir kütüphaneyi** seçmeleri, romantik aşk şarkılarıyla yere yıkılmaları gerçekten sevimliydi.
Filmin yönetmeni Guillermo del Toro inanılmaz karakterler ve akıl dışı güzellikte sahneler yaratmış. Bir pazar yeri var ki, gelmiş geçmiş en güzel Bruegel ve Bosch tablolarına meydan okumakta. Yarabbim ben de o pazardan alış veriş yapmak istiyorum, bana da prensesin elbisesinden*** alalım lütfen diye bağırmak geldi içimden. Muhakkak filmin dvd'sini alacağım ve sahneleri tekrar tekrar seyredeceğim. Zaten ben bu yönetmene Pan'ın Labirenti'nde bağlanmıştım. O filmi de üç kez seyrettim ve her defasında prensesin öldüğü ve babasının krallığına gittiği sahnede ağlamaktan telef oldum. Beni hiç bir gerçek, bir çocuğun inandığı masaldan kardeşinin hayatı için vazgeçmesi kadar ağlatamaz. Bu mümkün değil. İnsan masalı gerçek, gerçeği masal yapabilen bu zihinler karşısında ister istemez hayranlık duyuyor. Bana kalırsa masallar dünyasında dolaşan en şuursuz gezginlerden biri Guillermo del Toro.
Binlerce kez evrilip çevrilip sunulan sıradan bir hikayeyi, yani iyi ile kötü arasındaki savaşını ya da bir başka açıdan bakarsak insanlarla diğer yaratıklar(!) arasındaki savaşı, nasıl olurda bir bilgisayar oyunu mekaniğinden kurtarıp, üstelik klasik bale formatında manasız bir lirik anlatıma da bulaşmadan verebilir insan? Bence tek kelimeyle komik, düşündürücü ve zevkliydi. Herşeyden önce inanılmaz fiziksel görüntüdeki o tuhaf kahramanların yaşadığına inandırıyordu izleyiciyi, ki bence bu çok önemli. Ayrıca insanların bunca hoyratlıktan sonra olağanüstü kurtarıcılar tarafından korunmayı gerçekten hak edip etmediklerini de merak ettiriyordu. Hani kedilere nankör derler ya, bence insan ırkı nankörün önde gideni. Belki hepsi değil ama en iyimser hesaplamayla %80'i diyelim.
Kısacası Jack'de**** iyiydi ama ona karşı bir duygu beslememiştim. Fakat Hellboy olmuş. Seni aldattığım için kusura bakma Aslan Adam, ama bunca yıldır bekliyorum çıkamadın gitti o labirentten!
Önemli Not. Bu arada Vincent karakterini de Hellboy'u da oynayan aktörün aynı kişi olduğunu öğrendiğimde çok şaşırdım! Ron Perlman.
*Mektuplaşmaya karar verdik. Blog ahalisinden bu konuda özür dilerim. Belki ben dayanamayıp arada çalarım mektuplardan ve size getiririm üç beş cümle:))
** Bu kütüphaneyi Joe Black filminden anımsıyor gibiyim ya, neyse...
*** Ham ipek dokumalara benziyordu ve o kumaşların metresi 500 Ytl!
****Tim Burton kahramanıdır kendisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder