Bu ne ya? Hayat, benimle dalga mı geçiyorsun. Geç bakalım. "Üzüntü müydü istediğin al sana en güzelinden" diyorsun. Peki. Korkmuyorum ki. Ben, dizlerinin üzerine kapaklanan ve "acımadı ki" diyen çocuğum, hatırladın mı? Ağlıyorum. Evet evet, kına yak bi tarafına. Ama üzüntüden değil, seninle göz göze gelince "gözüme çöp kaçtı" diyeceğim! Sen bana haz vermiyorsan, ben de sana vermeyeceğim! Didişe didişe nereye varacağız bakalım.
Hüseyin amca öldü dün akşam. Kocaman, neşeli ve benim sevdiğim bir adam... Hani şu, birlikte geçirilen her andan sonra içimizden "ölümsüzlük iksirinden içmiştir inşallah" dediklerimizden. Ama öldü. Karısı çok güçlü; hem ağlıyor, hem gülüyor. Kırkaltı yıllık evliliğin ardından hiç kolay olmasa gerek dik durmak... "1996 yılından beri hayatımın merkezinde yalnızca o vardı, şimdi nasıl yaşayacağım?" dedi. Ve dün Topkapı Sarayı'na bakan yaşlı çifti izlerken hissettiğim duygunun kıskançlık değil, derin bir hayranlık ve imrenme olduğunu anladım gözü yaşlı kadını dinlerken. Onları bir kez daha birlikte göremeyeceğimi düşününce çok canım yandı. Oysa zaman zaman yukarıdan gelen piano sesi ve birlikte söyledikleri şarkılar, hayatla aramı yumuşatan nadir iyiliklerdendi. İçimdeki hastalanmış ve inançsız cüce bile onların şarkısını duyunca, "bak Elvan, o kadar kötü değil, başaranlar var" diyordu.
Onlar neşe içinde şarkı söylerken, ben televizyonu kapatıp, kış bile olsa balkona çıkıyordum. Gözümde canlandırıyordum; pianonun başında, mutlu... Her şarkıda bir anıyla... Gülüyordum deli gibi, kendi kendime üzerime yağan notalara bakıp gülüyordum. Meğer ben dün akşam köprü altında göz yaşlarımı zapdetmeye çalışırken aynı dakikalarda o ölüyormuş. Şimdi anladım içimdeki delice ağlama isteğinin nedenini... İnsan ne tuhaf bir canlı! Sezgiler bazen inanılmaz ürkütüyor insanı...
Kadim sözlerden, beklemelerden, geri dönüp dönüp ağlayıp zırlamalardan fena halde sıkıldım. An, evet an dışında her şey yalan. Sokrates kadar akıllı değilim ama şükürler olsun ki bunu ne zamandır anladım; an ve anın biricikliği... Zamanın elle tutulamayışı. Hatta tutulamadığı için sevinmemiz gerektiği. Her dakikanın bizi bir sonraki maceraya taşımasına katılmanın hazzı. Denenmemişin gücüne inanmanın ve sürüden olmayanı tercih etmenin tek kişilik zaferi!
Bazı şeyleri biz seçiyoruz. Ne gibi mi? Issızlığımız gibi, herşeyden çok gerçeği istemek adına eski bir aşkı/yanılsamayı diri diri gömmek gibi. Sırf sürüden olmamak adına kazıklara bağlanıp yakılmak gibi. Hayat vaktinden önce söylenmiş sözlerinin kurbanı olan niceleriyle dolu. Neyse ki ünlü biri değilim ve tarih beni hatırlamayacak... Benden sonra yaşamaya devam edenler için ise kimbilir nasıl izler bırakacağım? Sokrates'in dediği gibi bu benim sorunum olmayacak! Herkes ne anladıysa onu anımsayacak. Ve aslında ben hiç biri olmayacağım ve hepsi olacağım. Ne saçmalık ama!
Yarın bir toplantım ve katılmam gereken bir cenaze var. Akşam eve döndüğümde Hüseyin amcanın hatırası için bir kadeh nane likörü** içerim. Yataktan kalkamadığı için bana verdiği rakı sözünü tutamadı... Ona kırgın değilim. İnanıyorum ki elinden gelse o benden daha çok isterdi birlikte rakı içmeyi. Zaten beni boşverelim, elinden gelse onu seven ailesi için azıcık daha yaşamaz mıydı?
Külkedisi sorup duruyordu ne zamandır "hazır mısın?" diye. Evet hazırım. Bugün aylardır sayıkladığım masalı yazmaya başladım. Ay'la göz göze gelen küçük bir balığın hikayesi... Daha bitmedi, fakat ilk cümleden sonrası sayfadan çıkıp, üç boyutlu oldu desem inanır mısınız? Sonra o şarkı çalmaya başladı, hani şu Cahil Periler filmindeki "Gracias A La Vida!"
* Sonsuzluğun anısına... Buradayım.
**İkimizin de en sevdiği likördü.
6 yorum:
Böyle bir yazıya ne yorum yazılabilie bilemedim.Hüseyin Amca,hatırlandığı için mutludur. İçmelisin o nane likörünü kahkahayla...
Utanmadan, Mercedes Sosa'dan dinleyip, bayıldığım Gracias A La Vida'nın türkçe sözlerini yazıyorum.
teşekkürler hayat; verdiğin her şey için;
her açtığımda
siyahı beyazdan, cennetin huzmesini karanlıktan,
sevdiğim erkeği kalabalıktan çıkarıp bana sunan gözlerim için
teşekkürler hayat, verdiğin her şey için
hayatın sesi ve kelimelerim
düşüncelerim, ettiğim kelamlar,
annem, dostlarım, kardeşim ve parlayan güneş
ve aşkın izleri için
teşekkürler hayat, verdiğin her şey için;
duyduğum tüm sesler; gece, gündüz,
ağustos böcekleri, kanaryalar, çekiçler, motorlar, köpek bağırışları, rüzgar
ve yarin sakin fısıltıları için
teşekkürler hayat, verdiğin her şey için;
caddelerinde, göl kıyılarında, dağlarında
ovalarında, leb-i deryada yahut suya hasret çöllerinde
ve evlerinde yorulan adımlarım için
teşekkürler hayat, her şey için;
yıkıntılardan kendimi yeniden yaratabildiğim
ve yeniden hayata sunabildiğim için
kahkahalarım, göz yaşlarım
ve bu şarkı için
her şey için teşekkürler
Zamanı hangimiz durdurabiliyoruz ki? Durmadan birilerini alıp götürüyor bizden. Başınız sağolsun, huzur içinde yatsın Hüseyin amca. Kalanlara sabır diliyorum.
Cahil perileri tekrar izleyemedim henüz ama "Gracias A La Vida" yı yarın şirketten Youtube'a bağlanıp aramayı düşünüyorum.
Sevgiyle kal ve çok ağlama.
başınız sağolsun. insan ölümlerle karşılaştığında hayatın anlamına yaklaşıyor en çok. sonra hayatın koşuşturmacasında yine taş kadar değer taşımayanlar ön saflarda yerlerini almaya başlıyorlar.senin farkındalığının hep olması dileklerimle.
Hanımlar, hepiniz ne kadar tatlısınız...Çok teşekkür ederim...
geçen, nazmi hocanın grubuna gelen bir ölüm haberi üzerine nazmi hocanın yazdığı şeyi okudun mu? "sevgili ...'yi sakladık"...benim bu "saklamak" sözcüğüne aklım takıldı bayağı...ölüm asla bir son değil. geride kalanlar, özlemle kalıyorlarsa da, gidenler, sevginin daha derinden yaşandığı bir başka dünyaya doğuyorlar. benim inancımda...şimdi hüseyin amca orada likör içemese de, hayalinden sana kadeh kaldırabilir :) ne mutlu yaşayıp da ölenlere...yaşarken yaşayabilenlere...anlattıklarından, onun yaşadığı anlaşılıyor.
Yorum Gönder