Taşınmayı hiç sevmem, "tebdil-i mekanda ferahlık vardır" insanı hiç değilim. Gezip tozup, mümkünse aynı eve dönmeyi severim. Hatta o kadar ki, eğer elimde olsaydı, doğduğum evde ölmeyi tercih ederdim. Fakat böyle bir güzellik herkesin kaderinde yok. Hatta olmuşken şöyle olsaydı mesela, bahçe yerine rıhtımı olan minacık bir yalıda doğsaydım ve tüm hayatı orada yaşayıp, orada ölseydim:))) Ne diyelim, bu hayatta pas, bir sonrakine kader kısmet.
Yine de ilginç bir şekilde bu defa ciddi ciddi ferahlık oldu taşınmak. Youtube kanalını takip ettiğim Tülin, nam-ı diğer Anahata da demişti zaten iyi gelecek diye. Haklıymış kız. Nedense faldır, tarottur vesaire hiç ilgilenmezken bu hatunu keyifle dinliyorum. Belki de psikoloji doktorası yapıyor olmasına ayrı bir saygı duyuyorum. Üstelik o kadar ki, hem kendi burcumu hem de hızımı alamayıp yükselen burcumu dinliyorum. Kendisi, tavsiyemdir.
Gelelim evimize. Yine üç oda bir salon. Fakat artık kesinlikle bir stüdyo ortamı değil. Bildiğin ev. Yıllardır oda kuytularında duran sevdiğim eşyaları sağa sola saçtığım, yoga dersleri için sadece bir oda ayırdığım güzel bir ev. Üstelik tam istediğim gibi, her yer ışık içinde. Bu sabah kahvaltı hazırlarken o kadar mutlu hissettim ki, korktum! Öylesine uzun zamandır günün değişen ışıklarını göremeden loş bir ışıkla yaşadım ki, sonunda güneşle uyanmanın güzelliği gözlerimi kamaştırdı. Sanırım Germen geleneklerine uygun olarak gerçekleştirdiğim ritüel yavaş yavaş yavaş meyvelerini vermeye başladı. Baksanıza üçüncü ayın sonunda tastamam, harfi harfine dilediğim şey oldu: Işıklı bir ev! Kaldı mı geriye dokuz dilek. Hadi aslanım varlıklar, göreyim sizi:)))
*Fotoğraf bu sabahtan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder