Sürekli sitem eden, kendisine zaman ayırmadığım için üzülen arkadaşlardan sıkıldım. Kendi hayallerini bana enjekte edenlerden sıkıldım. Ben bir kez bile aramazken haftada dört beş defa arayarak, beni içinde olmaya can atmadığım projelere sürükleyenlerden sıkıldım. Basbayağı sıkıldım işte. Caddedeki birbirine benzeyen kadınlardan, aptal futbol takımlarının ardına takılan salaklardan, tadı tuzu olmayan yemeklerden, inançsız bir eğitim sisteminden ve daha nelerden nelerden çoooooooooooooooooooooooook sıkıldım.
Her günü yirmidört değil yetmişiki saatmişcesine gözüme soka soka yaşatan Mart, en çok da senden sıkıldım. Bi s.. git lütfen!
Bugünün en anlamlı sahnesi, Nero Cafe'deki yuvarlak, yosunlu bir taşa birbirinden yarım saat arayla iki küçük erkek çocuğunun kollarını kocaman açarak sarılmasıydı. Dizlerimin üzerine çöküp aynı şekilde taşı kucaklamak istedim. Zira oradaki tek sahici şey oydu ve çocuklar bunu gördü!
2 yorum:
Sıkılmışsınız. "Ne var sıkılacak" demek nasıl da zor!
Virginia Woolf geldi hatırıma. Sıkılmanın serin haritasını çıkaran sözleri. Kimileri dostlara, kimileri zamana dair edilmiş sözler.
"Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir." diyordu işte;
"Zaman direklere çarpar. Kalakalırız. Duygudan yoksunuzdur, insanın gövdesini ayakta tutan, artık alışkanlıkların iskeletidir. O da bomboştur zaten." diyordu sonra.
Fakat ben kendi adıma,yine de bu sözlerine ek olarak gücüm yettiğince, O'nun "hayatın yüzüne bak!" diyen sesini de unutmamaya çalışıyorum.
Selamlar Fortunata.
Neyse ki dostlar var. Onlar da olmasa kalp nasıl serinlerdi acaba? Hayatın yüzüne bakmayı unutmayacağım nomen:)
Yorum Gönder