Merhaba,
Güzel bir hafta sonu olsun hepimize. Ben evdeyim, dayımla ilgili herşey yolunda giderse hafta sonunu evimde geçirmeyi planlıyorum. Yeteri kadar kahvem ve peynirim var. Takdir edersiniz ki, yalnız kalmanın da bir erzak çantasına ihtiyacı oluyor biz ölümlüler dünyasında.
Hadi güne entellektüel değeri de olan bir tatlı magazin haberiyle başlayalım. Sevdiğim yazarlardan biri sevgili yapmış. Gerçi ne zamandır biliyordum ama artık bi bağırmadıkları kalmış "seviyoruz uleyyyn!" diye. Çok hoşuma gitti. Darısı başımıza. Neyse sevdiceğine bi yakından bakayım instagramda dedim, iyi ki bakmışım. Meğer bu sabah bişi öğrenmem gerekiyormuş. Bir kelime:
Mimophant!
İngilizce iki kelimeden oluşuyor, mimosa ( mimoza ) ve elephant ( fil )
Kendi duygularına narin bir mimozaymışcasına yaklaşan ama başkalarının hislerine duyarlılık söz konusu olduğunda derileri fil gibi kalınlaşan insanlar için yazar Arthur Koestler tarafından uydurulmuş bir kelime.
Ne güzel bir tesadüftür ki Arthur Koestler en sevdiğim kitaplardan birinin yazarıdır. Yani bir yazarın bu kadar güzel bir kelime uydurabilmesi ve kızı yaşındaki bir başka kadının da bunu ölümünden kırk yıl sonra anımsayıp bir postta derdini anlatırken paylaşması çok hoşuma gitti. Çünkü şimdilerde tam da böyle bir kelimeye ihtiyaç hissediyordum.
Empati, duyarlılık, kabalık, bencillik gibi kelimelerle demek istediğimi diyemiyor ve uzun uzun cümlelerle zihnimin içini kelime çöplüğüne çeviriyordum. Veee birden bire ortaya çıkan mimophant kelimesi tüm hislerime tercüman oldu.
Onüçüncü Kabile en sevdiğim kitaplardan biridir, bana babamın kitaplığından transfer olmuştu. Malum o yıllarda Castenada, Erik von Daniken, Agatha Cristie gibi yazarlar babamın yaş grubundaki insanlar tarafından çok okunuyordu. Bunu da yıllar içinde arkadaşlarıma ebeveynlerinden kalan kitapları gördükçe anladım. O dönem yani 1968 gençliğinin yaşadığı yıllarda aslında bir uyanış yaşanmış. Fakat gizli eller hemen perdeleri çekmiş! Uzun bir geceye daha girmiş insanlık. Belki de bu sebeple neşesi bile keder barındırıyor o kuşağın.
Neyse artık elimde demek istediğimi demek için bir kelimem var. Dün Arthur Koestler'ın ölüm yıldönümüymüş. Babamla aynı ay, aynı yıl ölmüşler. Yani ölmemişler. Eğer biz inanmayı ve geniş zamanda bakmayı seçersek ne insanlar, ne de ortaya koydukları duygu ve düşünceler ölmüyor. Eğer ölmüş olsalardı mimophant bana ulaşamazdı değil mi?
Mutlu olun, henüz buradayız, gitmedik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder