Dün gece hiç uyuyamadım. Dayımı düşündüm. Onu ağrılara yenilmiş, iki büklüm görmenin hafızamda beni nereye götürdüğünü farkettim.
Kahve mi içtim zehir mi, yemek miydi yediğim dayak mı anlamadım... Tek bildiğim insan kaçtığına yakalanıyor.
Babam öldüğünde dokuz yaşındaydım. Ölüm, kanser, ameliyat gibi kelimeler annemle babamın evde olmaması, babamın hastanede yatması, etrafımızdaki atmosferin değişmesi demekti. Daha mı iyi olacaktık, yoksa köklü bir değişimle mevsim rüzgarına boyun mu eğecektik bilmeden, kardeşimle birlikte arkası yarın dinlemeye devam ettiğimizi hatırlıyorum. O aylara dair çok az hatıram var çünkü hatıralarımı diri tutsaydım muhtemelen hayatta kalamazdım. Çok şükür, benim anlamadığım bir şekilde sistem orada kapatmış olmalı kendini.
Ufak bir filin gelip göğsüme oturması o zamanlardan yadigardır.
Şimdi geri dönüp kırıntıları yan yana dizdiğimde aslında üçümüzün de; annem, kardeşim ve ben, o dönemde ölümcül yaralar aldığımızı görüyorum. Kardeşimin ufacık ellerini yüzüne kapatarak ağlaması, okulda kusmaları, benim derslere ilgisizliğim, annemin sapsarı suratı ve buz gibi bir kış.
Hepsi çok ağırdı.
İnsan kaç defa böyle olaylara tanıklık eder? Kaç defa aynı nefes kasen yerlerde sürünerek dolanır bilmiyorum. Ama o zaman evin koridorunda üç kişiydik. Geniş bir alanda değil, orada güvende hissediyorduk. Yalnızdık, çocuktuk, bizi koruyacak kimse kalmamıştı.
Yıllar sonra o günlerden kalan arızalarımı okuyabilmeye başladığımda içimde çöreklenmiş derin kederi gördüm; babama yardım edememiştim. Belki bu yüzden hep kurtarıcı pelerini ile dolandım hayatın içinde, pervane oldum ailenin kalan üyelerinin etrafında. Derdim herkesi iyi kılmaktı. Başka kurban vermek istemediğimden, Tanrıya inacımı yitirmiş, onu kötü bellemiş ve ölüme, hastalığa savaş açmıştım.
Bugün işler değişti. Baştan kaybettiğim bir savaşa girmek istemediğim gibi, buradaki vazifemi de daha iyi anlıyorum. Her canlı ölümü tadacaktır. Eyvallah, kabul. Benim yenişemediğim her canlının yaşamadığıyla ilgili.
Evet dayım neredeyse son evrenin ortasında. Ama hala bir hayali var ve bence ona dair gerçekçi adımlar atıldığını görmeye ihtiyacı var. Umudumu kesmek istemiyorum. Tek arzum farkındaliklı hayat yaşaması ve bittiğinde de aynı bilinçle geçiş yapma hakkını elinde tutması. Yaşayacaksa bu harika olur. Çünkü toprak, ev, evin içindeki yorganlar bile tamam dayımın hayallerinde. Ve kimbilir belki yeni gelecek ilaç sahiden müthiş bir şans yaratabilir hayatta? Ama burada başka kabuller de olmalı. Filmin devam edemeyeceği bir noktaya da gelmiş olabilir dayım. Eğer oradaysa, babam için yapamadığımı yapmak istiyorum; yanında olmak ve elini tutmak. Huzur içinde yola çıkmasına ve etrafıyla hakkıyla vedalaşmasına destek olmak. Ve bir başka boyutta yeniden birbirimizi tanımayı umutla, hevesle beklemek....
Duygularım çok karışık. Acı çektiğini görmek canımı yakıyor. Tek arzum ağrılarının dinmesi.
2 yorum:
...
"Bana inanmıyor, taş binayı benim bir düşüm sanıyorsunuz, değil mi? Ama zaten bizler, düşlerin mayasından yaratılmadık mı? Eninde sonunda şafak söker, kan kırmızı izler belirir doğu ufkunda... Gergin, donuk,
yamyassı gökyüzünde katılaşır kalır yıldızlar, teker teker görünmeze dağılır.
Sonuncu yıldız bir ip sarkıtır, aşağılara bizlere doğru. Susmuş gecenin, ikiye yarılmış, kan içindeki sözcüklerin, ele verilmiş sahipsiz gölgelerin, kimsenin istemediği yürek rengi düşlerin, kanatlanmış ölülerin tutunup tırmanabileceği...
Aramızda yaşamaya gelmiş, vedalaşmadan dönüp gitmiş bütün düşlerin derinlere tırmanabileceği.. İçinde herkesin, her şeyin kaybolduğu en derinlere....
Beni duyuyorsunuz, değil mi? Belki geçmiş zamanda anlatmamalıydım. Şarkıya gene yanlış yerden, yanlış perdeden girdim ."
(Aslı Erdoğan)
***
Yan yana gelebilseydik eğer, belki teselli bir cümlem olabilirdi sana güzel Elvan.
Hiçbir şey söylemeden de gitmek istemedim , buraya gelmeden az evvel altını çizmiş olduğum üstteki yazıyı yazmak geldi içimden...
Sarıldım en kocamanından 🤗
Sağol Selma, hepim,ze en iyi gelen de bu, sarılıp sarmalanmak
Yorum Gönder