Annem laf arasında birkaç defa dile getirmiştir, eğer erkek olsaymışım adımı Yunus koymak istemiş. Sanki çekecek çilem olduğunu sezmiş gibi. Aynı sohbette babamın bana uygun gördüğü isim Osman Nevres. Onun da amma yüksekmiş beklentisi diyeceğim ama konu şu ki, annemin hamileliğinde babam Kurtuluş Savaşını anlatan Kutsal İsyan isimli cilt cilt romanı okuyormuş. Yani adımı Kazım Karabekir koymaya da kalkabilirmiş! Velhasıl kız doğarak her iki isimden de muaf olmuşum.
Neyse, konumuz Yunus veya Osman olmak olmamak değil, benim bu yaz, Ekim ayının son tutulmasında ilk kez bir astrolojik açıyı iliklerime kadar hissedip, gerçek hayatta olayları yönetemediğimde denizin ortasında dudaklarımdan dökülenler!
Benim Allah dediğim, seküler kesimin ve ateist arkadaşlarımın kuantum veya tesadüfler silsilesi olarak adlandırdığı sisteme içli içli mırıldanırken başıma gelen birşeyi anlatmak istiyorum.
Biliyorsunuz bu sene suda zaman geçirmenin son yıllardaki en iddialı yazını, hatta sonbaharını yaşadım. İster adına spor diyelim, ister rehabilitasyon, o hikaye bende çok işe yaradı. Fakat suyla bile işlerin üstesinden gelemediğim, kendimi yaklaşık bir hafta boyunca çöle fırlatılmış ahtapot gibi hissettiğim günlerim de oldu.
Ölmedim ama neredeyse ölüyordum.
Tüm Dünya ile savaşacak kadar güçlü ve kudretli ben, en yakınımın şah damarıma bir kesik atıp, kıçını döneceğini bilemezdim....
Olaydan birkaç gün sonra beynime azıcık kan gider gitmez, kendimi yüklenip denize götürmeyi başardım. Herkesten yeterince uzaklaştıktan sonra yavaş yavaş ısısı değişmeye başlayan suda öylece durmuş gökyüzüne bakıyordum.
İçimden öyle garip bir dilek yükseldi ki, anlamlandıramadım. Ama cümlemi tekrarladığımda içtenliğime şoke olmuştum:
"Keşke bir balina gelip beni yutsa!"
Tam olarak böyle dedim. O kadar canım yanmıştı ki, bi lokmada yutulup, herşey bitip gitsin istedim. İstedim de, balina falan gelmedi tabii. Fakat ilginç birşey oldu, aniden sular kabarmaya başladı; tıpkı tenceredeki sütün yavaş yavaş yükselişi gibi denizin kabarmasına tanıklık ettim. Gerçek anlamda tedirgin olmuştum, böyle birşey mutlaka çok normaldi ama bu defa suyun içindeydim ve hissettiğim şey, bedenim de dahil olunca gerçeküstü gelmişti.
Gökyüzü karardı, etrafta koyu lacivert tonlar arttı ve ben kıyıya doğru yüzmeye başladım. İşte o an, aslında bir balina tarafından yutulmaya o kadar da hazır olmadığımı anladım. Yoksa ha bir dalga, ha bir balina ne fark ederdi ki sahiden bitsin istiyorsam?
Bana ne dilediğime dikkat etmem söylenmiş, bütünün denetleyicisi, alemlerin efendisi bana bildiğin ayar vermişti. Anlamıştım ve eyvallah diyerek çıktım sudan.
Ben çöle fırlatılmış bir ahtapot değil, sadece uykusunda susamış, rüyasında çölleri gören bir ahtapottum o kadar. Abartmamalıydım.
Aradan üç ay geçti. Yaram taze ama sorun yok, iyileşir. Sonuçta iyileşmese bile parmağımı sokup tekrar tekrar kanatacak kadar akılsız değilim. Bu arada dayımın hastalığı sinsi sinsi ilerliyor, tıpkı o kabaran deniz gibi. Ve ben buna tanıklık ederken uzak diyarlardan gönderilen hangi duayı tekrar ediyorum biliyor musunuz? Yunus'un balinanın karnındayken durmadan tekrar ettiğini.
Dua şöyle diyor:
Senden başka ilah yoktur
Sen tüm eksikliklerden uzaksın
Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum*
Müthiş değil mi? Yunus'un hikayesini okuyun bence, bana ilham verdi. Küçükken peygamber hikayelerini ** okumayı ne kadar sevdiğimi hatırladım. Sanırım kendini seçen insanları, iç sohbetlerini duyabilenleri taa o zamanlardan seviyorum.
Dua iyidir. Zikir, mantra, dans iyidir. Yaşamla ahenk için şarttır. Ağzımızı hayırlı olana açmak ise en iyisidir.
Son zamanlarda yaşamımla puzzle tamamlıyorum. Parçaları sıkıştırdığım yerlerden çıkartıp, gerçek yerlerine bırakıyorum. Burada çok yalnızım. Fakat kesinlikle seçilmiş, istenen bir yalnızlık. Rivayete göre Yunus üç ila kırk gün kalmış balinanın karnında ve bu duayı durmaksızın zikretmiş. Sonunda balina onu sahile kusmuş. Diyeceğim o ki, ben hala elli yaşımın içinde, ormanın derinliklerindeyim. Kime, ne kadar, ne zaman dönerim belirsiz. Burada kalır mıyım o da bilinmez. Bildiğim şu: ahenkli bir yaşam istersek eğer ruhu hatırlamak, postu yedirip içirmenin ötesine geçmek şart. Bunun da bin yolu var: ormana gitmek, balina tarafından yutulmak vesaire vesaire...
Senin yolun nedir? Yürüyecek misin onu düşün?
*Enbiya Suresi, 87. Ayet
** Kısas ı Enbiya, Ahmet Cevdet Paşa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder