İkinci Gece.
Henüz sıkılmadım, hala lapa lapa yağan karı seyrediyorum. Bazen çok hızlı hareket ediyorlar ve bazen de çok yavaş... Uzaktaki apartmanların ardından gökgürültüsü duyuluyor. Orada sarı beyaz bir aydınlık var. Puslu günbatimi. Turner tablosu.
Henüz sıkılmadım. Sessizlik iyi geliyor. Film izlemiyor, okumuyor, yemiyor ve içmiyorum. Uykum da yok. Öylece seyrediyorum. Bıkmadan, usanmadan yeryüzüne dökülen milyarlarca kar tanesinin güzelliğine bakıyorum. Yıllarca yanımdan gecip giden mevsimlerden, sokagimizda çiçeklenen ağaçlardan, ısınan denizlerden, soğuyan topraktan ve nicesinden af diliyorum.
Bartu ve Durul aradilar. Doğum günlerini unutmuşum... Özür diledim. Affettiler. Çünkü anladılar ozrum içten, unutusum dalginliktan.Kotulukten degil..
Bahçedeki ağaçlar ağırlaştı. Bir tek erguvan mutlu. Onu yoramadi rüzgar ve kar.
İstanbul bembeyaz. Denizden bakmak istedim şehre şu an. Kız Kulesi'ne, Kandilli'ye, Saray Burnu'na... Karanlık denizin ortasında sımsıkı giyinip öylece seyretmek istedim kenti.
Yavaşladı kar. Döne döne inemeye basladi. Zaten neden acele ediyordu ki? Varacağı yer, yer ...
Kendimi kar kuresinin içinde hissediyorum. Hissediyor muyum? Yok, daha çok hayal ediyorum.
Beyaz gecede kar küresine birakilmış kırmızı balığım ben, gözüne uyku girmeyen küçük kırmızı balık!
Ya sen kimsin?
*On beş yaşında okuduğum Dostoyevski kitabı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder