İşte beklenen sabah! Kış çocuğu değilim ben, ama illa bir seçim yapılacaksa yaz değil, kış olurdu tercihim. Ritüelleri, manzarası, meyvesi, içeceği ve eğlencesiyle kış bana her zaman daha cazip gelir. Yazın ne kitap okuyabilirim, ne de doğru düzgün nitelikli bir müzik için istekli hissederim. Hatta çok iyi hatırlıyorum on dört, on beş yaşlarımda plaja hep Stephan King götürürdüm, Çünkü sahici kitaplarıma kıyıp kumun içine sürüklemek olacak iş değildi! Neyse ki şimdilerde onu da yapmıyorum, yüzmeye gidiyorsam yanımda sadece beni etrafımdakilerden izole edecek bir kulaklık var, o kadar. Annemin efsane hediyesi kulaklığımla yüzerken müzik dinleyebildiğimden sudan çok keyif alıyorum. Öyle olunca da canım sadece yüzmek istiyor. Sudan çıkınca da bir kahve ve kuruyup eve gitmek. Zaten eşya taşımaktan hiç hoşlanmıyorum artık. Tüm ömrüm sırt çantasıyla geçti, sanırım gücüm kalmadı.
Bu sabah sıcak bir evde uyanmanın şükründeyim. Balkondaki arkadaşları doyurmanın, Theodora ile güne başlamanın tarifsiz huzuru var kalbimde. Bütün bunlara ek olarak da nedense Dostoyevski'nin Beyaz Geceler'i düştü aklıma.
Çok gençtim okuduğumda, belki yine on beş, on altı gibi. Epeyce etkilendiğimi hatırlıyorum. Saint Petersburg o zamandan beri görmek istediğim şehirler arasındadır. Nedense ayak izlerini sürmek istediğim birkaç yazardan biridir Dostoveyski, Bi de Goethe. Tabii Darwin'in günlükleriyle gezmek de derim ama onu kim istemez ki?
Celalettin Dede ve Jeannette Winterson bana yıllar önce iki farklı coğrafyada, iki değişik dilde aynı soruyu sormuşlar ve cevaplamışlardı: Neden seyahat ediyorsun? Kimden kaçıyorsun? Orada ne bulmayı umuyorsun? Ne arıyorsun?
O zaman ikisine de aklımla, bilgimle ve elbette gençliğin, toyluğun getirdiği enerjiyle cevaplar vermiştim. Oysa hayat gösterdi ki insan hiç kımıldamadan da hep bir seyahat halinde. Mesela kim iddia edebilir benim ıhlamur ağacımın bir gezgin olmadığını? Köklerinin, dallarının ucu bucağı, kiminle kontağı olup olmadığı belli mi ki?
Hala seyahat planlarım var, görmek istediğim şehirler, dağlar, denizler... Fuji mesela. Kirschblüten... Ağzıma eden filmlerden biriydi.. O filmle kafayı takmıştım sakuralara ve Fuji'ye.
Belki hiçbir zaman göremeyeceğim. Önemi de yok, çünkü oraya giden pek çok insan için kenarına tik atılan sıradan bir seyahatten fazlası olamadığını biliyorum... Oysa ben zihnimde öyle keyifli geziyor ve o kadar büyük bir zevkle besleniyorum ki, hiç bir zaman Afganistan'daki o akıl almaz budist tapınağa* tırmanamasam da rüyalarımda tüm o olağanüstü insanlarla karşılaştım zaten!
Neyse, aklımda beyaz geceler, damağımda efsane bir kahvenin lezzeti, mutfakta bu akşam için hazırlanmış güzel bir sepetim var. Az sonra Berrak Yurdakul'un macerasını instagram dan dinleyerek kahvaltımı yapacağım ve sonra Sevgi Teyze'ye uğrayıp bir kahve konyak partisi çevireceğim. Ondan ayrılınca da aileme nefis bir yemek hazırlayacağım. Bir tatlı yaptım ki of! Kimse yutmak istemeyecek.
Eşşek gibi şanslı olduğum, aradığımın seyahatlerde olmadığına aydığım kayıtlara geçsin lütfen. Hah bi de kışı, yazı, ağaçları, kedileri, özellikle de çocukları çok sevdiğim yazılsın kenara:)))
*Olağanüstü İnsanlarla Karşılaşmalar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder