https://www.youtube.com/watch?v=xrGXrt9Ipc8&list=RDxrGXrt9Ipc8&start_radio=1
İnci, "Strip Down, Rise Up" adında bir belgeseli izlememi izledi. Netflix'e gıcık olmama rağmen izledim. Zaten son aylarda en güzel öneriler Aksel ve İnci'den geliyor. İyi ki de izledim, çünkü umduğumdan çok farklı bir hikayeyle karşılaştım. Manyak gibi ağladım. Erkekler tarafından acımasızca incitilen, korkudan donup kalan kadınların, doğuştan sahip oldukları güçlerini yeniden kazanmalarında dansın, beden farkındalığının ve kız kardeşlik müessesesinin nasıl da yardımcı olabileceğini anlatan çok dokunaklı bir hikayeydi. İnci ile son zamanlarda çok konuştuğumuz beden farkındalığı üzerine o kadar düşünmediğim bir yerden anlatılıyordu ki olan biteni, hikayeye vuruldum. Elbette belgeselin Amerika'da çekilmiş olması sebebiyle kulağımı tırmalayan bölümler oldu fakat genel olarak çok büyüleyici buldum.
Kadını saklanmak, etini sakınmak, cinsiyetinden ayrılmak ve bedenine yabancılaşmak zorunda bırakan tüm sistemlerden nefret ediyorum. Erkek düşmanı değilim ama erkeği göklere çıkartan düzeneğin karşısındayım. Defalarca tacize uğramış bir insan olarak, ki çoğu gardımı indirdiğim ve kendimi güvende hissettiğimde, en beklemediğim kişiler tarafından olmuştur, oradaki kadınların gözyaşlarına katılmamam imkansızdı. Değersizleştirilmek ve buna tepki verememek nasıl bir kilitlenmedir ancak yaşayanlar bilir. Hayal kırıklığı ve yerle bir olan güvenlik hissini yazmıyorum bile...
Bir kere daha anladım ki, bizim derdimiz kesinlikle erkeklerle değil, asıl konu kadınlar. Kadınların diğer kadınlara dair yersiz, ezber söylemleri. Annem bile babasından şiddet görmüş bir kız çocuğu olmasına rağmen, geçen gün sohbet ederken, öldürülen on yedi taşındaki kız için "niçin öyle giyinmiş, otelde ne işi varmış " gibi laflar etti. İçim parçalandı. Ne demek bu ya? Orada olmamalıydı, öyle giyinmemeliydi öyle mi? Peki tüm bunlar bir hayatın sona ermesi için mazeret midir? Of! Sakinliğimi koruyarak tane tane kadın olmaya, insan olmaya buradan bakarsak, bu beğenmediğimiz her ayıbı, her günahı, işine gelmeyeni durmadan örten sistemin arızalı parçaları olmayı sürdüreceğimizi anlatmaya çalıştım. Anladı mı? Yok, daha fazla kafasını ütülemeyeyim diye sustu sadece. Oysa bu toplumda şiddetin her türlüsüne maruz kalmış olan annem neden anlamak istemiyordu? Genç bir kadın bedenine, cinsiyetine sahip çıktı, bunun keyfini çıkartmak istedi diye bir manyak tarafından öldürülebilir miydi? Aslında annem de üzülmüştü, kız ölmemiş olsun diye diliyordu... Şunu demek istiyordu, kız o saatte orada olmamalıydı, o kıyafet fazla tahrik ediciydi vs vs.. Keşke öyle bir seçim yapmasaydı da yaşasaydı. İyi de yine yanlış! Kimse kimseye nasıl yaşaması gerektiğini da-ya-ta-maz.
Çok işimiz var. Hem kadın olarak, hem de insan olarak. Şiddetin hiç bir türlüsü, hiçbir gerekçeyle kabul edilemez. Kim ne isterse giyer, kim kiminle isterse sevişir.
Peki nedir bu beden korkusu? Mesela ben çok dans ederken hissediyorum. Kafam ve bedenim iki kopuk parçaymış gibi geliyor. Hiç his yok sanki. Bir duyum var belli belirsiz ama his yok! Hissetmeyi bilmiyorum, sadece düşünüyorum! Düşündüğüm şeyi hissettim zannediyorum. Bu büyük bir trajedi değilse nedir?
İnsanların seks bağımlılığı da bu derin hissizlikten kaynaklanıyor olmalı.... Yoga bağımlılığı bile belki! Bedene kayıt edilen her korku, her endişe mutlaka dile gelmeli ve çıkış bulmalı. Çünkü insanların konuşmasını engelleyebiliriz ama beden konuşur!
Pole dance muhtemelen beni aşar, ama travmaya duyarlı tüm yaklaşımları çok saygıdeğer buluyorum. Sadece kadınlar için değil, erkekler için de bu tarz çalışmalar yapılırsa asıl o zaman gerçek bir bütüncül iyileşmenin mümkün olacağına ve tatminkar hayatlar yaşayabileceğimize inanıyorum.
Mülkiyetçilikten uzak, özgürlüklere saygılı, içten, sevgi dolu, birlikte akan, kadın olmaya ve erkek olmaya yakışan hayatlara inancım tam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder