27 Haziran 2010 Pazar

MATRUŞKA: RAPUNZEL'İN İÇİNDE ALİCE SAKLIYMIŞ BİLİYOR MUYDUNUZ?


İnsanoğlu bir acayip, hani Sezen Aksu şarkısında geçen mısralar gibi: "... öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorsun..." Öğren öğren bitmiyor! Bitmesin de. Hele ki haayatın tam ortasında öğrenilenlerin kıymeti bambaşka. Sanki bu cümleler ilk kez fısıldanıyormuş, sanki ben ilk kez bu kitapları elime alıyormuş gibiyim. Oysa hemen hemen hepsi orta okul yıllarımdan beri kütüphanemdeler. O gurur duyduğum, beni ben yaptığına inandığım, odamı oda olmaktan çıkartıp, kütüphane köşesinde bir yatak haline getiren kitaplarım...

Sahiden işe yaradıkları zamanlar vardı belki; yine de yeterli olamadılar. Bedenimi tıpkı hocamın ve yıllar önce de Okan'ın söylediği gibi uzun yıllar boyunca sadece kafa olarak algıladım. Sanki memem, elim, kolum, dizim, tırnağım yoktu da, bir kafam vardı birbuçuk metrelik sopanın ucunda. O güzel olmalıydı, içi dolu olmalıydı. Al işte sana içi tıka basa dolu bir kafa!

Ashramda okuma günleri başlattık. Sonbaharda "alternatif hayat dersleri"* başlığı altında çok sevdiğim iki hocam da ders verecekler. Gerçi bu konuda sonra uzun uzun yazacağım. Bugün asıl anlatmak istediğim bizim ilk birlikte okuyacağımız kitap: Osho'nun "Cesaret" i. Elbette hepimizin daha önce okuyup bitirdiği bir kitap. Ama okuyup anlamış olduğumuz bir kitap değil...

Osho kimdi, neydi, ne kadar şöyleydi, böyleydi bilemem. Bildiğim tek şey söylediklerinin kıymeti. İnsanı güdmeyen, zorlamayan, sadece mutluluğu, sevgiyi sezmeye, onun kokusu peşine düşmeye yönlendiren tavrı. Osho Cesaret'te birbirinden büyük hikayeler anlatıyor. Özellikle çakravartin hikayesine bayılıyorum. Ama en güzellerinden biri de orman yangını sırasında iki düşman dilencinin hikayesi:

Ormanda yangın çıkmıştı. Bacakları olmayan dilenci kaçmaya kalksa asla yeteri kadar hızlı olamayacaktı. Ve gözleri kör olan dilencinin de çıkış yolunu bulması neredeyse imkansızdı! Ama bu acil bir durumdu. Kör olan, bacakları olmayana seslendi: " kurtulmanın tek yolu var, seni omuzlarıma alacağım. Sen benim gözlerim olacaksın, ben de senin bacakların." Ve kurtuldular. Bu masal dilencilikle değil, bizim halimizle ilgilidir aslında... Yanmakta olan biziz, orman değil.

Akıl tek başına kördür. Bizi ormandan çıkartamaz. Zira sadece bacakları vardır. Sürekli tökezler, hangi yöne gideceğini bilemez. Düşe kalka yara bere içinde kalır ve kendine zarar verdikçe "hayat anlamsız" diye düşünmeye başlar. Dünyadaki bütün entellektüeller bunu yapar. Kalp ise bacakları olmayan dilencidir. Görür, hisseder ama onu harekete geçirecek bacaklardan yoksundur. Olduğu yerde kalır ve bekler...

Bir gün akıl anlayacak ve kalbinin gözlerini kullanabilecektir. İkisi bir araya gelince yangından kurtulabilir. Ama aklın, kalbi omuzlarının üstünde kalbullenmesi gerekir.

Bilgelik kalp ile aklın buluşmasıyla ortaya çıkar. Kalp atışlarınla aklının ürettikleri arasında uyum yaratma sanatını bir kez öğrendiğin zaman, bütün sırrı avuçlarının içine alırsın: Bütün gizemlerin kapısını açacak maymuncuğa sahip olursun."

Osho maymuncuk demiş, ben olsam anahtar derdim. Geçen gün hocamla sabah dersimizi yaparken ona kısaca anlattım: Kendimi Alice gibi hissediyorum. Değişik sıvılar içip bir büyüyor, bir küçülüyorum. Tam biri bana anahtarı uzatıyor ve ben onu deliğe sokacakken hoooop miniciğim! Anahtar ağır geliyor ve bırakıyorum! Bu sahne yüzlerce kez tekrarlanırken, durmadan koşuşturan ve köstekli saatine bakıp "hadi Alice!" diye bağıran ve bana zamanı hatırlatıp, iyice panikleten bir tavşan bile var!
Evet, ben kendimi şu son zamanlarda Rapunzel'den ziyade Alice gibi hissediyorum.
Ne kuleler, ne prensler ne de başka bir şey umurumda değil. Beni iki havuca satan anne ve babam ya da bir kez bile kuleye tırmanmaya teşebbüs etmeyen kardeşim ve hatta kendini kral zanneden en büyük aşk hikayemin kahramanı da umurumda değil. Bütün kırgınlıklarım bir süpürge hareketinin ucunda!
"Umurumda değil" den gülümseme haline geçmeme saniyeler kaldı. Bunu sağlayan da elinde saatle koşan tavşan değil, önüme gelen her sıvıyı içmekten vazgeçişim...
Osho okumak zordur. Zor. Hele ki müslüman bir ülkede, müslüman bir çevrede koşullanmışsa zihinler için, bizim için daha da zordur. Oysa Osho ne müslümanlığa, ne başka bir dine karşı değil. Osho merkeze kalbimizi koymayan, bizi biz olmaktan alıkoyan şeylere karşı.
Cesaret okullarda okutursaydı, Mesnevi okullarda okutulsaydı hayat bambaşka olurdu. Ama bizi idare edenler - edemeyenler demeliyim - buna asla izin vermezlerdi. Düşünen, kendi orjinalliğinde kalmak isteyen insanlar sorun yaratırdı! Oysa şimdi deriiiin uykudaki yürekleri idare etmek çok kolay.
Uyanmak çok zor... Yatak rahat, uyku tatlı. Denenmiş bizi mutlu etmese de denenmemişim yeni olanın belirsizliği ürkütücü. Mutsuzluğumuzun yoganına sıkı sıkı sarılmak ve kafayı gömmek en kolayı! Ayazda kalma ihtimalini kim ister?
Osho şöyle diyor: "yeni her zaman zorluk getirecektir. Sen o yüzden eskiyi seçiyorsun; o hiçbir zorluk getirmez. O bir avuntudur, o bir sığınaktır."
Ama....."Sadece yeninin gelişi seni dönüştürebilir, dönüşmenin başka bir yolu yoktur."
Neyse işte Alice, işte Rapunzel. Mızmız Rapunzel'i postalayıp, meraklı Alice ile Harikalar Diyarı'na giriyorum. Anahtar mı? Bilmem, bugün yarın gelir:)))

2 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

haklısın osho okumak çok zor. birkere en yakınındaki bile seni yargılayabiliyor onu okuduğun için. adamın tipine bak, bunun yazacağından ne hayır gelir diyor, dişlerini ıkıyorsun sen buarada. birde okuduklarını tartışacak, konuşacak birini bulmak heleki benim yaşadığım şehirde imkansız:D
osho mu o neki? yeni bir çukulata mı, yoksa dondurmamı? diyenler bile var.
yazını zevkle okudum. şu sıralar bende zorlanmadayım. düşünüyorum bazen koşullar o kadar da kötü ve çekilmez değil gibi geliyor, ama bazen aynı koşuldan delirecek patlayacak hale geliyorum. ama kaçamıyorum. iyi bir ders olacak galiba bana bu günler. bazen diyorum ki amma huysuzsun be guguk, geçimsiz, suratsızsın (aynı joanın tatildeki yazısında anlattığı gibi, ki ben de tatildeyim) herkese bakıyorum, sanki onlar hayatla bir olmuş akarken ben habire pirinç ayıklar gibi pirincin taşlarını ayıklar gibi, gıcıklıklara takmış vaziyetteyim. ne tatil ama:D hep yaz olur mu:D sen bari beni oyala.

Fortunata dedi ki...

Merhaba Guguk kuşu, blog dünyası tatild edemek! Bir ben kaldım... Ne yazık ki Temmuz ortasından evvel bir yere kımıldamam zor görünüyor. Neyse, boşver sen gıcıklıkları ve princin taşlarını ve bol bol yüz. Gerisi hikaye yahu!
Osho'ya gelince... Haklısın pek çok sözü ve davranışıyla sıradışı olduğu için sevilmeyenler listesine eklenmiş toplumun. Ama kim ne yapsın o toplumu! hepsini üst üste koysan bir adam ya eder ya etmez! Okumaya devam, bakarsın bir gün hooop diye açılıvermiş gönlümüz :))