Küçücük bir dal parçasını ustaca aralığa sokmuş çocuk ve Kırmızı Yengeç daha "hop bir dakika dur bakalım, ne oluyor?" diyemeden, kendini önce havada uçarken, sonra da çocuğun ayaklarının dibinde bulmuş. Tam kaçmaya yeltenecekmiş ki hızlıca bir kovaya atıvermiş onu iki küçük parmak!
Sonra büyük bir çalkantıyla kovanın içinde debelenmeye başlamış. Ama nafile, artık her şey için çok geçmiş... Denizin kokusundan uzaklaşmaya başladıklarını anlayan yengeçcik iyice umutsuzluğa kapılmış. Artık duyduğu tek ses kalabalık bir caddenin uğultusuymuş.
Yol bitmiş, sesler iyice azalmış. Çocuğun evine gelmişler nihayet. Evde hiç tanımadığı sesler ve kokular arasında korkuyla beklemeye başlamış Kırmızı Yengeç.
Az sonra çocuktan daha uzun boylu bir kadın görünmüş kovanın ağzında. Kadın elindeki kalemle dürtmüş yengeçciği ve "aa yaşıyor bu yaratık, hadi onu suya koy canım" demiş çocuğa. Huzursuzca kımıldanmış Kırmızı Yengeç, ama suya gireceğini düşündükçe içi rahatlamış. Bir kaç gün öncesine dek onu en çok korkutan şey değil miymiş su?
Ve cup diye atmışlar onu mavi bir kaseye. Her yeri kaygan ve ağzına kadar dolu kasede su varmış olmasına ama bu su tuzlu değilmiş ki! Ağlamaya başlamış yengeçcik. O ağladıkça sudaki tuz miktarı artmaya başlamış. Hatta o kadar artmış ki, musluk suyu neredeyse deniz suyu kadar tuzlu olmuş sonunda.
Akşam olup, ev halkı odalarına çekildiğinde Kırmızı Yengeç son bir gayretler kaseden çıkmaya çalışmış. Ama boşuna; kasenin kenarları çok yüksek ve kayganmış. Birkaç kez denedikten sonra iyice yorgun düşmüş yengeçcik ve duvar saatinin tik takları eşliğinde ağlamaya başlamış. O ağladıkça kasedeki sular yükselmiş yükselmiş ve nihayet o kadar yükselmiş ki sonunda taşmış! İşte tam o anda yengeçcik yüzmeyi ve kaseden aşağıya atlamayı akıl edebilmiş. Hayatında ilk kez yüzüyormuş! Küçücük kıskaçlarıyla sımsıkı tutunmuş kasenin kenarına ve atmış kendini aşağıya.
Bundan sonrası hiç kolay olmamış... Günlerce onu yemeye çalışan kuşlardan, otomobil lastiklerinden ve yakıcı güneşten saklana saklana, susuz, aç ve çok yorgun bir halde saatler boyunca gücünün son damlasına kadar direnerek kaçmış.
Ve nihayet üçüncü günün akşamında denizin kokusu gelmeye başlamış burnuna. Bu koku Kırmızı Yengeç için ev demekmiş; bunu iyice anlamış. Bir yengeç olduğunu anlamış. Yavaşça kayalara tırmanmış, usul usul kıskaçlarını suya daldırmış. Ay, tam gözlerinin üzerindeymiş, yolunu aydınlatıyormuş. Yakamozlar etrafında halka olmuşlar, yıldızlar bir bir göz kırpmışlar ona. Ve dalgalar en güzel şarkılarını mırıldanmaya başlamışlar. Bütün arkadaşları eve dönüşünü kutluyormuş Kırmızı Yengecin.
Öfke, korku, endişe her ne varsa uçup gitmiş oracıktan, sadece derin ve tatlı bir huzur varmış artık. Kiraz ağacı, yavaşça Kırmızı Yengece doğru eğilmiş, ona en olgun kirazlarından birini vermiş. Tatlı tatlı gülümsemiş yengeçcik ağaca. Kıskaçlarıyla tuttuğu bu tatlı kiraz tanesini sularını akıta akıta iştahla yemiş. Sonra da denizin ılık dalgalarına bırakmış kendini.
Sabah uyandığında kabuğu hala ıslakmış. Ve bu bir rüya değilmiş. Güneş gökyünde gülümsüyormuş. O gün Kırmızı Yengecin kalan ömrünün ilk günüymüş!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder