"İçinden geçenleri bilebilsem keşke..." demiyorum artık. "İçimden geçenleri bilebilsen keşke" de demiyorum. Çünkü içimden geçenlerinin hızına da, içime tutunup kalanların inadına da yetişemiyorum. Pes ettim. Bu inadın devamında hastalık, karanlık ve akla gelebilecek her türlü kötücül hal var...
Oysa daha dün gece görmek istediğim ülkeleri sıralamadım mı ben? Bunun için sağlıklı olmam lazım, ayakta kalmam lazım. Bana verilen hayatı ve kalan enerji kırıntılarımı doğru düzgün işlere harcamam lazım.
Dün akşam Monty ile Postman seyrederken, onun kocaman gülücüklerle yanıma sokulması, yatıp yuvarlanıp sonra tekrar tekrar gelip minicik kollarını bana teslim etmesi içimi rahatlattı. Demek ki hala içim çok kirlenmemiş... Eğer öyle olsaydı yani zihnim kadar kalbim de pislenmiş olsaydı, çocuklar ve hayvanlar bu kokuyu hemen alırlardı. Emin olun ilk kaçanlar da onlar olurdu.
Monty beni ayılttı. Yardım beklemenin manasızlığını gördüm. Ayrıca bu yardımlarla değil, ne istediğimi bularak ayağa kalkabileceğimi gördüm.
Aslında gitmek istediğim yerler gibi bir kırgınlıklar listesi de yapabilirim. Canımı yakan hiçkimse de kurtulamaz bu listeden... Ama yapmayacağım. Neden? Zira içimden kırılmayı da öğrendim. Hayatın on numara derslerinden biri içinden kırılmakla ilgiliymiş meğer...
Onun neden kanser olduğunu artık biliyorum. Yaralı bir ruhu kaç yıl edebiyatla, seyahatle, şiirle ya da ticcaretle oyalayabilirsiniz ki? O, çok kazanmış, çok gezmiş, çok güzel bir kadınlar evlenip, bana sahip olmuş. Sonuç? Bütün bunlar onu yaşatmaya yetmemiş. Ölüm sebebi kanser gibi görünse de bence içindeki kırgınlıklardı...
Onun kadar erken ölmek, onun kadar yarım kalmak istemiyorum. İçimi kıran herkese bir çift sözüm var. Sahiden sizin kalbinize siniyor mu bu yaptığınız? Hiç durup düşünüyor musunuz hayat koşuşturması içinde bana ne yaptığınızı? Aklınıza geliyor mu karşılıklı konuşulmamış kırgınlıklar? Bir kayıp mıyım hayatlarınızda? Yoksa görmezden gelmek yetti mi size?
Benden vazgeçenlerden vazgeçmeyi beceremiyorum. Terketmek benim tarzım değil. Ertelemek de değil. Ben koleksiyonerim, biriktiriyorum; kırgınlık biriktiriyorum.
Ve içimi hasta edene kadar taşıyorum onları.
Hiç haketmediğim sözler, davranışlar, vazgeçişler ve suskunluklar var koleksiyonumda. Kalbime mıhlanan suçlayıcı bakışlar, görmezden gelmeler, konuşmak istemeyen bir ağızdan dökülen düşük volüm kelimeler... Daha neler neler...
8 yorum:
sevgili fortunata,hakikaten neden güzellikler kolleksiyonu yapmak varken acıları, kırgınlıkları, kızgınlıkları özenle tutuyoruz içimizde sanki. Sonra o yükleri taşımamızın yanı sıra bir de o iğrenç şeyleri ara ara açıp bakıp derdimizi depreştiriyoruz, komik şey:D
sanki hamam böceği kolleksiyonu yapıp da ara ara açıp bakıp iğrenmemiz gibi.
yazın bana da ders oldu, çünkü ben de senin gibiyim, içimde tutmakta öyle ustayım ki, taaa ki o asitli şeyler benim içimi eritene, tüketene kadar.
ve ayrıca sana katılmadan edemiyorum, insanların ecelleri acılar, kinler, kırgınlıklar, sevgisizlik. babamda 52 yaşında sevgisizlikten öldü bence yada ben hep öyle düşündüm.
Haklısın Guguk kuşu, insanı öldüren tek şey var o da sevgisizlik... Ama hocamın verdiği örnekteki gibi yavaş yavaş ısınan suda hiç farkına varmadan haşlanan kurbağalar gibiyiz...
İlk kez çalıyorum kapınızı Fortunata... Epey bir zaman önce gelip sessizce bahçenizi dolaşmışlığım olmuştu gerçi ama bu ilk yorumum. Bu yazının bam telime dokunduğunu, bununla kalmayıp içimi sızım sızım sızlattığını söylemekle yetineceğim ve çıt çıkarmadan döneceğim olduğum yere. Sevgili Passive Apathetic haklıymış...
Saygılar.
Afedersin Metin... Her zaman bu kadar düşmüş olmuyor omuzlarım. Ama bu blog sahne sanatçısı olarak başladığı hayatını kontrolden çıkmış bir şekilde sürdürüyor. Artık içim o gün nasılsa, canım ne anlatmak istiyorsa ondan bahsediyorum. Kah gezdiğim yerleri, kah artık yaşamayanları, kah hayallerimi anlatıyorum.. Hoşgeldin o zaman:)
İnsanın hayatındaki, içindeki güzelliklere tutunması ne kadar da zor olabiliyor bu fiziksellikte...
Benim hep söylediğim bir şey var insan evrimi çok yanlış bir yöne doğru gidiyor. Özümüz tamamen sevgiyken bizler nasıl oldu da bugün sevgi temelli bir yaşamdan bu kadar uzak düştük bilemiyorum. Ben bunu egoya bağlıyorum. İçimizdeki fiziksel dünyaya, maddeye bağımlı olan, oradan kendini beslemek için sürekli bizi dürten bir yaratıktan başka bir şey değil ego... Hal böyleyken onu yok etmekte o kadar kolay olamıyor tabii...
Umarım en kısa zamanda içindeki kocamaan sevgiye ulaşır, sadece oradan beslenebilir duruma gelebilirsin ve gelebiliriz! O zaman dışarıda şu anda canını ve canımızı acıtan şeylerin sadece ego kaynaklı birer ilüzyon olduğunu fark ederek bir parça da olsa değişebiliriz dünyaca! :))
Kocaman sevgiler olsun...
Sevgili Nzn, Nazlı Hocam gibi konuşmuşsun. O da olsa aynısını söyledi... Çok haklısın, ama bazen kör oluyor insan bütün bildiklerine...Sevginin gücüne... vs sv
Fortunata eğer iznin olursa bu yazıdaki bir kaç paragrafı link veerek paylaşabilir miyim?
Elbette kullanabilirsin Efsa, ne mutlu ki sevmişsin:)
Yorum Gönder