Dün geldim Sapanca'ya. Sürsal&Birsen* malikanesindeyim. Odamda yapılan ufak tefek değişiklikler dışında - ki aynaya deli oldum -, salona eklenen şömineye bayıldım! Ne zaman burada uyusam sabah kalktığımda bir şeyi gerçekten, ama gerçekten istemek hatta sadece yürekten geçirmek bile ona sahip olmak için yeterli diye düşünüyorum. Çünkü bu evle aramdaki ilişki kesinlikle ilk görüşte aşktı! Pencereyi açıp Sapanca Gölü'nü gördüğüm andan beri burada mevsimleri hayal ettim. Şimdi yaşıyorum!
Buundan da şu sonuç çıkıyor; sahip olamadıklarımı, olmadıklarım, yeterince istemediklerim diye düşünmeliyim. Demek ki onların yüreğimde yeri yok...
Dün akşam yemekten sonra mutfak masasına yayılmış çizim yapmaya devam ederken, Mehmet abinin de yanımda zembereği kaymış duvar saatini onarması bana inanılmaz bir huzur verdi. Tam da Nazmi Hocamın anlatmaya çalıştığı şeydi yaşadığım: Olmak için uğraşmıyordum, sadece oluyordum. Huzurlu olmak için uğraşmıyordum, ben huzurun ta kendisiydim!
Bodrum günlerim geldi aklıma.. Tam da bunu aradığım için gitmiştim oraya. Teyzemle domates salçası yapmak için yerlere yayılışımız, rahmetli kocamla mandalin toplamaya gidişimiz...
Şehirde insan, ama hakiki bir insan olmak çok zor. Bu yüzden ashramın şehir dışına taşınmasını çok istiyorum. Yeniden, sadece yemek yaptığım, akşam saatlerinde evin orasını burasını onardığım, huzur içinde yazı yazdığım bir hayat istiyorum. Sanırım bunu bana veremeyecek olan adamlardan da farkına varmadan kaçıyorum...
Edirne'nin tamamlanmamış yazı dizisine Sabanca'yı da ekledim. Gerçi burada yazmaktan ziyade yaşamayı planlıyorum... Sapanca'dan sevgiler...
*Konunun burası biraz karışık, bilen bilir:))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder