29 Aralık 2009 Salı

NAKKAŞ HASAN PAŞA...


Ayvansaray, Eyüp, Balat ve Fener gezisinde elbette anlatılacak çok şey var. Ama bu defa sırayı bozup, en fazla canımı yakanla başlamak istiyorum: Nakkaş Hasan Paşa'nın içime işleyen terkedilmişliğiyle.

Eyüp semtine yolu düşmeyen, Fatih Sultan Mehmet'in bu semte verdiği önemi bilmeyen kalmamıştır diye düşünerek Eyüp'ü, Pierre Loti'nin eşsiz manzarasını ve mezarlığı - ölüler arasında içilen kahveyi, mezar taşını mesnevinin aşk beyitleriyle süsleyen muhteremi - , Hançerli Sultan'ı, Mihrişah Sultan Türbesi'ni, civardaki aşevinden her gün bin ikiyüz kişiye çıkan yemeği ve elinde kaplarla duvarın dibine çömelip bekleyenleri geçiyorum... Hatta Caferpaşa Medresesi avlusunda kokladığım havayı ve oradaki görevli ile Sir arasında geçen "eyvallah"lı sohbetinin samimiyetini de geçiyorum.

Zal Mahmut'a ve sevgili zevcesine ait camii ve türbeye giderken solda kalan o gariban türbeden bahsetmek istiyorum sadece; Nakkaş Hasan Paşa Türbesi....

Bu türbede beni çok yaralayan, içimi acıtan garip bir hava vardı. Onca kırk dökük mezar taşından değil de, nedense burada yatan adamın halinden etkilendim.

Nakkaş kelimesi çocukluğumdan beri ilgimi çeker. İlk kez ne zaman duyduğumdan pek emin değilim ama babamın halı dokuyan bir köylü kızı için "nakkaş gibi" dediğini hayal meyal anımsıyorum. Ya da anımsamak istiyorum.

O zamanlar sık sık Çömlekçi köyüne giderdik. Orada dostlarımız, babamla birlikte çalışan aileler ve tertemiz ilişkiler vardı. Köyün neredeyse tüm evlerinde en az bir halı tezgahı ve her halı tezgahı önünde de güzel bir genç kız hatırlıyorum. Onlar benim hafızama yerleşen ilk nakkaşlardı.

Din turizminin cenneti olan Eyüp, çok değil iki gün sonra "Dünya Başkenti İstanbul" hikayesinin en ilgi çeken parçalarından biri olacak. Merak ediyorum ister istemez 2010 bütçeleri nereye gidiyor acaba? Neden restorasyon&konservasyon öğrencileri sahaya çıkartılıp, hiç olmazsa temizlik yaptırılmıyor? Pulları mı dökülür acaba? Beş kilo arap sabunu iki kıl fırça o türbeyi temizlemeye yeter de artar. Çok mu zordur Sanat tarihi bölümünden on çocuk alıp bir C.tesi günü şu zavallının türbesini süpürmek?

Nakkaş Hasan civardaki insanlar tarafından Mimar Sinan'ın nakkaşı olarak biliniyor. Oysa kronolojik olarak bunun pek mümkün olmadığını görüyoruz. Yine de hayat hikayesine bakınca* hafife alınacak biriyle karşı karşıya olmadığımız çok açık. Belli ki dönemin sultanı tarafından sevilmiş ve onurlandırılmış bir zat kendisi.

Eyüp Osmanlı ile hayat bulmuş bir semt değil, Öncesinde de, Bizans için çok değerli manastırların, azizlerin yaşadığı kutsal bir alan. Fakat ne yazık ki farkında değiliz.... Ne surların, ne de o surların dibinde can vermiş yüzlerce insanın hatırasına zerre kadar saygımız yok. Ne ölüye, ne diriye, ne tarihe, ne de geleceğe bakıyor İstanbullular.

Nakış nakış işlenmiş bir şehrin içine ediyoruz her gün. Gezdikçe daha çok üzülür oldum. Boşuna dememişler "göz görmese gönül katlanır" diye...

Utanarak farkettim ki, camiiler ve türbeler belli bir gurubun tekelindeymiş gibi adeta kin güderek geçiyoruz önlerinden. Orada yatan garibanlara bir Fatiha okumak zul geliyor. Oysa iki adım ötedeki Eyüp Sultan Hazretleri'nin başı her an kalabalık. Neden? İsteyeceklerimiz var çünkü ondan! Arsızız.

Neyse, yolunuz düşerse Nakkaş Hasan Paşa'ya uğrayın. Çaresizliğini, unutulmuşluğunu görün. Onun başına gelenin bizi de az ötede beklediğini bakalım benim kadar sarsılarak hissedecek misiniz? Faniliği hissedin... Türbesine asılan çamaşırlara bakın da, o çamaşırları asan muhteremler namaz kılarken ne yüzle Allah'ın önünde secdeye kapanıyorlar sizde benim gibi merak edin!

"Haliç Kıyısı" macerası devam edecek...


*Eyüp Zal Mahmut Paşa Caddesi üzerinde, Zal Mahmut Paşa Medresesinin arkasına bulunan bu türbe kesin olmamakla beraber 1623 yılında yaptırılmıştır. Mimarının Dalgıç Ahmed Ağa olduğu söylenmektedir. Nakkaş Hasan Paşa Osmanlı Sarayında Enderun’dan yetişmiş, Anahtar Oğlanı (1595), Büyük Mirahur (1596), Tülbent Gülamı (1597), Kapıcıbaşı ve Yeniçeri Ağası, Rumeli Beylerbeyi (1604), Vezir (1605), Sadaret Kaymakamı (1606), yeniden Vezir (1607) olmuştur. Bu devlet görevlerinin yanı sıra Sultan III. Murad (1574–1595), Sultan III. Mehmed (1595–1603) dönemlerinde ünlü nakkaşlar arasına girmiştir. Sultan III. Murad döneminin ünlü nakkaşı Osman Bey’in yanında çalışarak Bölükbaşılığa getirilmiştir. Yirmi ayrı minyatürlü yazma üzerinde çalışan Nakkaş Hasan Paşa’nın ilk minyatürlediği yazma 1582 tarihli Sultan III. Murad Surnamesidir. Minyatürlerinde turuncu, pembe ve yeşilin tonlarını sık sık kullanmıştır. Osmanlı minyatür sanatının önemli sanatçılarından olup, Sultan III. Mehmed döneminde Osmanlı minyatür sanatına yeni bir ekol getirmiştir. Nakkaş Hasan Paşa 1623 yılında ölmüş ve türbesine gömülmüştür. Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubundaki türbe kare planlı olup, üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Köfeki taşından yapılmış olan türbe iki katlı bir yapıdır. Önünde dört sütunun taşıdığı bir revak bulunmaktadır. Üç cephesine altlı üstlü pencereler sıralanmıştır. Türbenin giriş kapısının karşısında bir de avlu kapısı bulunmaktadır. Türbe altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli olup, üzerlerine yuvarlak, sağır kemerler yerleştirilmiştir. Üst sıra pencereler sivri kemerli olup, alçı şebekelidir. Kubbe kasnağında sekiz pencere bulunmaktadır. Türbenin içerisi XVIII. yüzyılın kalem işleri ile bezenmiştir. Ayrıca kubbe içerisinde Çin bulutu motiflerine yer verilmiştir. Türbe içerisinde altısı mermer, altısı ahşap on iki sanduka bulunmaktadır. Bunlar Nakkaş Hasan Paşa ve Mostarlı Mustafa Paşa’nın oğlu Mehmet Bey’in (1714) sandukaları olup, diğerlerinin kimliği bilinmemektedir. Büyük olasılıkla bunlar Hasan Paşa’nın çocukları ve eşlerine aittir. Türbenin haziresinde de mezarlar bulunmaktadır. Bunların arasında Fas Muhafızı Mehmed Paşa’nın kızı Şehide Ayşe Hanım (1667), Saraylı Rukiye Hanım (1767), Şah Sultan İmamı Osman Efendi’nin eşi Hatice Hanım (1802), Odabaşı İbrahim Ağa (1803), Kul Hafız Mehmed Emin Efendi (1815), Sadrazam Yusuf Paşazade Yusuf Efendi’nin oğlu Edirne Kadısı Osman Efendi (1858) bulunmaktadır.

2 yorum:

P_A_N dedi ki...

Efendim aynı konu ile ilgili bir başka yazı buldum ocak 09 tarihli...

http://kamilbuyuker.wordpress.com/2009/01/23/eyup%E2%80%99te-unutulmus-yokluga-mahkum-edilmis-bir-turbe%E2%80%A6/

Fortunata dedi ki...

Bilgi bölümü o sayfadandı zaten. Merak eden biraz zahmet edip arayacak artık sizin gibi:)