Sevgili Barones,
Bugün telefonda konuşurken hiç farkına varmadan seni gücendirmiş olduğumu, çünkü kendimi iyi ifade edemediğimi - ne zaman ettim ki diye sorma sakın... -anladım... Bu mektup aramızda "dağ dağa küsmüş, tavşan yahni olmuş..." trajedisi yaşanmasın diyedir. Sana değer verdiğim içindir...
Zor zamanlar bunlar, dağ gibi, taş gibi durmayı gerektiren zamanlar. İşin özüne bakarsan yaptığımız da tam olarak bu değil mi? Baksana hala aramızdan bileklerini kesen yok, dama çıkıp atlayan da yok. E demek ki bir şekilde durmayı başarıyoruz!
Ama oğulllarımıza tutunarak, ama yoga yaparak... Bence fena da değiliz. Vazgeçmek için hala çok erken. Etrafımda olumsuzluk istemediğimi durmadan tekrarlayıp, seni yalnız bıraktıysam affet. Mazeretim büyük...
Ben, hayatı korkular içinde geçmiş bir anneyle büyüdüm. Bize sımsıkı sarılan ama sevgisi nefes kesen, tıpkı bir sarmaşığın genç bir ağacın gövdesine yapışıp, dallanıp budaklanmasını engellemesi gibi ruhumuza dolanan bir anneyle. Ne kadar sevildiğimi, ama ne kadar da yanlış sevildiğimi anladığımda, güdük bir makiydim artık... Bu ruhsal raşitizmin bedelini fena halde ödedim.
Sevememe korkusu, sevilememe korkusu, kaybetme endişesi... DNA'lar sadece kaşı gözü değil, endişeleri de geçiriyor dostum. Geceleri odanda uyumana izin vermeyen ve seni kolları arasına alan bir anne her zaman iyilik yapmış olmuyor... Korumuş olmuyor... Bazen hiç istemeden korkularını miras bırakıyor.
Aradan yıllar geçtikçe kim kime destek, kim kimin annesi ya da koltuk değneğidir bilinmez... Ortalık karışır. İki yarım da bir tam etmez. Yarım olduğunu farkettiğin an, seni yarım kılan olumsuz tavırlara karşı savaş açarsın. Tıpkı benim yaptığım gibi. Farkındalık anı önce çok öfkelendir insanı. (Aşık olduğun insanın senin üzerinde kurduğu hakimiyeti farkettiğin anı hatırlasana? Sonra ona açılan savaşı... İnan hepsi aynı!)
Ömrümün büyük bir kısmı onun memnuniyetsiz, kaygılı, korkulu, sevgisiz tavırlarıyla savaşarak geçti. Hiç korunup kollandığımı hissetmedim. Bir süre sonra buna ekmek kadar su kadar ihtiyacım olduğunu anladım ama iş işten geçmişti... Bütün bunlar ve daha da fazlası için kızgın olduğum annemden ve onun cümlelerini, bakışını yakaladığım herkes ve her andan kaçmaya başladım. Farkındalık öfke ve ardından reddetme getirdi. Şimdi şimdi sakinleşmeye başladım inan... Anlamaya, affetmeye... Bir gün iyileşeceğime inanmaya... Hatta iyileşmeyi başlattığıma...
İçinde bulunduğumuz karmaşanın, cesaretimizi yalayıp yutan rüzgarın, kafamızdan aşan dalgaların farkındayım.... Kolay olduğunu söylemiyorum. Bu bir fırtına, asla reddetmiyorum.. Sadece Benim tepkim farklı. Korkmayı durduramıyorum ama onu beslemeyi durdurabiliyorum. Bugün yüzümü güneşte ısıttıysam, yarın tekrar ıslanıp, üşüyeceğimi düşünmüyorum. Bugün rüzgar beni üşütmemiş ve sadece saçlarımı uçuşturup dostça davranmışsa, ona geçen günün hesabını sormuyorum. Geçmişi ve geleceği olumsuzluklarla besleyip, bugünü yaralamayı reddediyorum.
Yani reddettiğim dertleşmek, kötü günlerden kaçmak ya da sıkıntıları paylaşmak değil. Olumsuz cümleleri, kaygıları beslemeyi, rüzgara ve dalgalara küfürler savurmayı reddediyorum. Dostlarımı değil... Hatta annemi bile reddetmiyorum. Sadece onun penceresinden bakmayı reddediyorum. Çözümsüzlüğü kabul etmeyi reddediyorum. Bir tek ölüme çözüm yok. Ama zaten o da bir son değil. Bu durumda bir çözüme ihtiyacı yok....
Zordur benim annem. Mutlu olmayı bilmez. Nadiren "ne güzel bir gün oldu" der. Oysa her sabah bir hediyedir bize... Annem bunu bilmez. Bilmedi ve bilmeden ölecek. Ben onun öğrenmeyen, kalan ömrünü geçmişin karanlık hatıralarıyla gölgeleyen halini izlemeyi reddediyorum. Ne yazık ki yardım edemiyorum...
Sana anlatmaya çalıştığım bu sevgili dostum. İyileşmek ve sağlıklı olmaktır önerim. İnanmaktır istediğim. Kendine inanmak, hayata inanmak. Depresyona girmemek için direnmek değil, depresyondan geçerken bile geleceğe inanmaktır. Nasıl olsa öleceğiz, nasıl olsa hastalıklar bizi bulacak. Neden onları çağıralım? Acelen mi var daha da trajik ve gücünün yetmeyeceği şeyler yaşamak için?
Ben buradayım. İyi ve kötü günde, hastalıkta sağlıkta, "parkinsonda" ve "alzaymırda" da ... Ölüm bizi ayırana kadar...
Yanlış anlaşılmaktan ve kavgadan korkmam ben Barones ama karşılıklı susmaktan ve laf sokuşturulmasından çok korkarım. Kocaları boşadık gitti. Giden de el oldu gittiği yerde kaldı. Ama dostları boşayamayız. Aileleri boşayamayız... Beni boşama:))
Kendimi ifade edemediğim ve Pazar günü yalnız kalmana neden olduğum için affet..
Sana Sir A.'nın Trilye sahilinde çektiği fotoğrafı yolluyorum. Bak, rüzgar ve dalgalar taşları nasıl güzelleştirmiş. Bütün bu hırpalanmalar bizi gün be gün daha iyi, daha güçlü ve güzel yapacak sevgili dostum. Şekilleniyoruz, parlıyoruz.... Bana inan. Trilye'ye gittiğimizde sana o taşların birlikte durdukları kıyıda nasıl bir müzik yarattıklarını dinleteceğim. Güneşin altında nasıl parladıklarını... Rengi, formu ve büyüklüğü birbirinden farklı olan o taşların uyumunu ve doğanın getirdiklerini kabullenişlerini göstereceğim... O zaman bütün bu satırlara gerek kalmayacak zaten...
Sevgilerimle....
e.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder