8 Ocak 2009 Perşembe

Kişisel Tarihime Darbe Midir Bu Olanlar? Yoksa Ben Paranoyak Mıyım?

Günlerdir ülkedeki herkes gibi gazete ve televizyona yapışmış bir şekilde yaşıyorum. Ben ki yaklaşık sekiz senedir neredeyse kitap ekleri dışında hiç gazete okumam, sabahı zor ediyorum ne oldu diye merakımdan. Tabii, biliyorum ki kediyi merak öldürür... Yani bana hiç iyi gelmiyor gazetelere bakmak. Her gece yarın bakmayacağım diye kendime söz verip yatıyorum ama sabah ilk işim kapıya bırakılan gazeteye koşmak oluyor.

Yazan her haberde şahsıma yönelik bir tehdit algılamaya başladım ne zamandır. Bütün olan bitenlerin merkezinde ben varım ve hiç bilmediğim bir planın piyonu olarak hiç haketmediğim kadar hırpalanıyorum diye düşünüyorum. Eğer bu son yazdığım cümle aklımdan zorum var izlenimi uyandırdıysa üzgünüm. Çünkü asıl bütün olan bitenlere rağmen paniğe kapılmadan yaşayanlara şaşırıyorum ben. Bana kalırsa asıl onların akıllarından zoru var. Sahi yeni paralarımızı gördümüz mü? Baksanıza kimler var üzerlerinde? Tanrım!

Gayet tedirginim ve hemen hemen herkes gibi inanılmaz huzursuzum. Dün, evde seyretmediğim dvd kalmış mı diye ortalığı karıştırırken Persepolis'i buldum. Nedense büyük bir hevesle almış ve hep, ha bugün ha yarın diye izleyi ertelemiştim. Oturdum seyrettim. Nasıl mı buldum? Bayıldım! Ama korkudan. Felaket tellalı olmakla suçladığımız insanların haklılık payını azımsamamak gerektiğini bir kez daha anladım. Benim içgüdüsel bir şekilde huzursuzlandığım her şeyin bu animasyonda yeri vardı. Türkiye İran mı oluyor? Bilmem... Olmuyor değil mi?


Korkmalıyız. Bizim bir Mesnevimiz de yok! Nicedir kalbimiz bile yok. Kimsede merhamet duygusu kalmadı. Hayatım boyunca tanıdığım en hassas insan olan annem bile haberleri seyrederken yemek yiyebiliyor! Ekrandan geçen çocuk cesetlerine ve ışıl ışıl bombalara bakarken, sıcacık evimizde birlikte olmanın ve güvende olmanın suçluluğuyla da olsa, bunu yapabiliyor... Ayrıca ekonomiden pek anlamam ama anlayanların söylemlerine bakılırsa inanılmaz bir dış borcumuz da var. Yani? Durum vahim. Bu gidişle İran'dan daha beter günler bekliyor bizi.

Hala "her yönetim kendi adamlarını kollar elbette, bakın amma güzelleştirdiler şehri, yardım ediyorlar açlara vs vs..." diyenlere hiç sözüm yok. Günü gelince benim yerime de onlar giyer çarşafı!

Tam Persepolis bitip televizyona baktığımda, Yalçın Küçük götürülüyordu! Biri bana şu Ergenekon'un tanımını yapabilir mi lütfen! O, gazete ve televizyonlardan tanıdığımız, iyiliği kötülüğü tartışmaya açık olan kocaman kocaman adamların yaka paça bilinmeze doğru sürüklenmeleri beni inanılmaz korkutuyor. Ya bir dostumu da alır giderlerse, ya bir akrabam kayıplara karışırsa diye kabuslar görmeye başladım.

Gözümün önüne seksenli yıllarda yaşadığımız karartma geceleri geliyor. Annemin, beni evimizin hemen arka sokağındaki okula götürürken bile elimi ne kadar sıkı tuttuğunu anımsıyorum. Sonra, gaz sobamız için yakıt bulamadığımız ve Ajda Pekkan'ın "Petrol" şarkısıyla ağlanacak halimize güldüğümüz zamanları hatırlıyorum... Korkularım hortladı sanki. Odamın duvarlarında gölgeler görmeye başladım yeniden. Ve hayatımda ilk kez bir çocuğum olmadığı için memnuniyet duyuyorum!

Şimde de Gazze'ye karşıyoruz! Kim takar bizi acaba? Doğuda hiç uğruna ölen onca insan yetmezmiş gibi bizim ne işimiz var Gazze'de? Ben niye bütün bunları anlayamıyorum? Bir sabah İsrail'in tepesinin atıp bombalarını üzerimize yağdırmayacağını garanti edebiliyor mu devletim bana? Baksanıza Lübnan'a ha girdiler ha girecekler! Ben göremeden yerle bir edecekler Beyrut'u ( blogdaki ilk iki kare Beyrut'dan, fazlası için google arama yapın ve bakın nasıl güzel!)... Amerika bizden Bağdat'ı çaldı, şimdi İsrail Beyrut'u mu yakıp yıkacak? Bir litre petrol, on gram altın için mi bunlar? Yoksa bor mudur dertleri? Ya da bize açıklamadıkları başka bir maden daha mı var kaynayan topraklarda?

Sanki doğuya ait kültür mirası bilinçli olarak yok ediliyor... Bizi, doğuluları haritadan silmek istiyorlar! Savaşlarla saraylarımızı yıkıp, tüketim çılgınlığımızdan faydalanarak dilimizi, kıyafetlerimi yozlaştırıp bize kimliğimizi unutturabilmek için sinsi sinsi hayatlarıma sızıyorlar. Direnenlere ne mi oluyor? Soru soranlara ne mi oluyor? Gömüyorlar!

Türkiye ajan kaynıyor diyorlar. Acaba benim arkadaşlarım arasında da ajan var mıdır?* Babası teşkilattan emekli arkadaşlarımın yanında dikkatli konuşurken, şimdi hiç mi ses çıkaramayacak mıyım? Acaba bu yazdıklarımı rahatsız edici bulup bir sabah bizim eve de gelirler mi? Ya da bilgisayarlarımızdaki mailler ve telefon konuşmalarımız hakkında gerçekten dinlemede olan bir Tübitak ekibi var mı? Biri bana cevap verebilir mi lütfen!

Önce bizi yakın tarihten itelediler, şimdi sonuçlarına katlanmamızı istiyorlar. Neden iki güzel kadını süsleyip püsleyip Osmanlı tarihi hakkında konuşturmak yerine tam da boğazımıza kadar sorulara gömüldüğümüz şu günlerde, geçtiğimiz yüzyılın meselelerini anlamamız için programlar yapılmıyor? Yapmazlar tabii, planın işleyişini alt üst eder bu ve benzeri girişimler. Öyleyse boşuna yazıp çiziyor niceleri. Olan olacak; korkunun ecele faydası yok!



*Üniversiteden çıktığımdan bu yana hiç bu huzursuzluğa kapılmamıştım...

Hiç yorum yok: