Hayırlı akşamlar:) İstanbul saatiyle 18.30. Dükkanı kapatmadan az evvel bi uğrayayım hem Selma'ya günü özetleyeyim, hem de mevzuya geleyim istedim. Malum yarın yılın son günü, hani bir aralık bulamazsam konumuz yarım kalmasın.
Öküz gibi şanslıyımdır demiştim di mi? Evet öyleyim. Hayat bana cesaretle ona katılamadığım, kenarda mızmızlık ettiğim günler dahil hiç sırtını dönmedi. Minnetle doluyum bu korunuyor olma haline. Allah biliyor ya, işler böyle yürümeseydi, ben de yürüyemezdim.
Olan hakkımızda hayırlısıdır, olmayan da hayrımızadır gibi klişeler yazmayacağım. Öncelikle bugün bir klişe değildi. Alpay'ı ziyaret ettim. Alpay'ı ve oğlanları.... Berna'nın güzeller güzeli yavrularını. Kocaman oldular. Benim babam yoktu, onların da anneleri. Berna gideli tam dokuz yıl oldu. Ona hastane odasını süslediğimiz gece dün gibi... Kimse o soğuk, ruhsuz odada çaresizce beklememeli demiştik Agi ile ve Berna'ya Noel götürmüştük kendimizce. Ciğerime oturan bir gidişti vedası. İki evlat kaldı ardında. Alpay o zaman bu zaman müthiş bir baba oldu. Onu takdir ve gururla izliyorum. Kar yağdığında caddede sahlep içmek üzere sözleştik. Yani güne "Berna merak etme iyiler seninkiler" diyerek başladım.
Sonra Elif'le buluştum. Öpüştük, kahvemizi içtik, onlar Mısır'a uçtu, ben evime döndüm. Montag Kafeden Kadıköy izlemeyi seviyorum.
Elif ve eşi her yıl bu zamanlar Mısır'a gidiyorlar. Biraz iş, biraz tatil. Bu yıl ilk defa otelde değil, airbnb evinde kalacaklar. Online nefes çalışacağız Elif'le. Malum online ders vermiyorum ama Elif dostum, onun hatırına deneyeceğim elbette.
Elif'in derin çözümler ararken bunu Mısır'da Güneş'in ülkesinde yapacak olması nasıl manidar..... Ona aradığını bulması için en içten dileklerimi yolluyorum.
Şimdi sırrımı açık edeceğim. Biliyorsunuz en son ormana gitmiştim. Hatta hala da dönmüş değilim:) Orman Eylül'den Kasım'a denizdi, Arşipel'di. Şimdilerde İstanbul sahil, Propontis. Yüzerken sadece yüzmediğimi Selma'ya anlatmıştım. O biliyor.
Her sabah erkenden gittim sahile. Suzanne ve Derya ile yüzdüm. En az bir saat. Birkaç gün sonra biraz yalnız yüzmek istediğimi hissettim ve kızlardan yarım saat daha erken gitmeye başladım. Öyle ki ben sahile indiğimde gençler hala geceyi bitirmeyi reddediyor ve gitar çalıp, şarkılar eşliğinde ilk ışıkları selamlıyorlardı. Her sabah onlara günaydın demek ve birbirimizin arayışını hiç bilmesek bile aynı suya abayı yakmış olmak içime iyi geliyordu.
Günlerce yüzdüm. Sadece denizde de değil; kendi iç sularımda, kan damarlarımda, zihnimin çoktan yatağı değişmiş ırmaklarında uzun uzun yüzdüm. Anılarımda, geçmişimde, kısmen geleceğimde kulaç atıyordum. Zamanla çok ama çok uzun yıllardır hissetmediğim bedenimi farkettim. Bacaklarımı, saçlarımı, suya olan derin ihtiyacımı. Sanki nicedir alev alev yanıyordum da sonunda suya atlamayı akıl etmiştim.
Önceleri hiç his yoktu. Beton gibiydi zihnim. Betondan beterdi kalbim. Elbette biliyordum bütün bunlar travma tepkisiydi ama inadım inattı, her sabah ama her sabah aynı inançla ve sıfır beklentiyle* girdim suya. Çözülecektim, çözülmeliydim. Kendimi vaftiz eder gibi, abdest alırcasına, günahlarımı kıçımı ısıran balıkların kuyruğuna bağlar gibi, suyun içinde değil, onun parçası olarak yüzdüm. Bu arada şaka değil, durduğum an üst bacağımdan veya popomdan ısırık alan balıklar vardı, ilerleyen günlerde onlara personal trainer dedim!
Ben böyle ne yaptığını bilmez, sorgulamaz halde kendime sabah ritüeli hediye ettiğimde inanmayacaksınız ama o ritüele ruhsal ailem de katıldı. Süper Prenses ve Ardınç'la da yüzdüm. Hatta Hande ile... Birşeyler oluyordu, değişiyordum, hissediyordum. Beklentisizliğin dibindeydim, s..timin hayatı leş gibiydi ama ben en saf halime adım adım yaklaşıyordum.
Ağlayarak yüzdüm. Gülerek, hatırlayarak, dans ederek. Klasik tabloları canlandırarak daha da inanılmazı kendi bedenime abayı yakarak yüzdüm. Ruhumun bu bedeni bırakmaya nasıl istekli ve yenisine ne kadar iştahlı olduğunu bana su öğretti. Bacaklarımın ve kollarımın güzelliğini görmek için tek yapmam gereken suya girmekmiş!
Tapınağımı bulmuş, mumları yakmaya bir işaret bekliyordum. Geldi. Bir sabah güneş doğmadan suya girdim; güneşten önce, tüm geçmişten sonra.
Yıllardır ama sahiden yıllardır, ben diyeyim yirmi, sen de yirmibeş yıldır gündoğumu izlememiştim. Vampir gibi kaçmış, kanser korkusuyla sakınıp durmuştum ışıktan, güneş ışığından. Ama anladım, ışık sahiden doğudan yükseliyor. Işık başlangıçsız, ışık sonsuz. Şu hayal aleminde sadece ışık ve sevgi var. Platon, Spinoza, Şems ve Mevlana, Jung, Buddha hep bunu söylemediler mi? Yol ister Muhammedi, ister Luteryan, ister Kabalist olsun ne önemi var? Demek bu yüzden her kitap okey locada! Demek bu yüzden Esseniler, demek bu yüzden sabah namazı, demek bu yüzden meditasyonun en derin anı....
Ulaşılacak yer tek olabilir, ama yolculuk için milyonlarca farklı seçenek var. Yeter ki gör, yeter ki seç, yeter ki parçaları yan yana koy!
Sana anlatacaklarım burada biter. İçime seslenişim burada başlar. İşte benim servetim. İşte uğruna tüm reddedişlerime şükrettiğim an. Bir gündoğumu için dünya malına sırtımı dönmüşüm ben! Ya sen?
Mutlu seneler
*Çabasız çaba. Nihayet anladım ne demek olduğunu. Zihni susturduğumuz yerdeki eylemler seridir çabasız çaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder