Yılın son Cuma günü. Mübarek midir, değil midir sahiden bilmiyorum. Açıkcası ben diğer altı günden daha mübarekmiş gibi algılamıyorum.
Konuyu Cuma'dan açtım çünkü inanç pek çok insanın serveti. Değilse bile son yıllarda o kadar pompalandı ki, inanmak zul oldu. Sanırım ben tam oralarda karıştım. Eskiden daha nettim. İnanmazdım, nokta. Sonra sonra inansam mı, acaba neye inansam diye suları bulandırdım.
Çocukken kuran kursuna gitmiştim. Sırf öğle uykusuna yatmamak için. Alfabeyi zar zor öğrenip bıraktığımı hatırlıyorum. Başıma temiz bir tülbent örtüp serin bir odada takılmak hoşuma gitmişti. Ama nereye kadar? Sıkıldım.
İnanmakla ilişkim hep bu şekilde seyretti. İnanmak istedim, okudum, araştırdım, sordum, soruşturdum ama olmadı. Olamadı. Aklıma yatmayan bişiler oluyordu. Tam hah bunu sevdim diyordum, altından bir çapanoğlu çıkıyordu.
Psişik şeyler vardı, orada tamamdım ama din denilen şey üzerinde fazla top sürülmüş, insan eli değmiş birşeydi. O yüzden hem iştahlanıyor, hem de yemek istemiyordum.En çok cahillik canımı sıkıyordu. Soru sormayan, teslimiyetçi, ümmetçi kafalar. El etek öpmeler falan.
Konya'da biraz ısınır gibi oldum çünkü dedem öyle makul örnekler veriyordu ki, başka türlüsünün imkanı yoktu. Gezegendeki harmoniyi müzik ve şiirle anlatmak hoşuma gitmişti. Uzun süre Mesnevi'yle uyudum. Bhagavat Gita gibi öyküler anlatan, kendine has dili, şifreleri olan ufuk açıcı bir kitaptı. Yine de bu kitabın yazarı tam olarak ne demişti anlayamıyordum. "Derinde diyordu dedem, sen derinleştikçe o daha derinden konuşur" Bu kitap bana uzun süre ilham vermek dışında ser verip sır vermedi, hikmetine erememiştim. Sabırsızdım. Disiplinsizdim. Belki de haketmiyordum.
Pişiyor, pişiyor, yanıyor ama günün sonunda çiğ kalıyordum. Bazen beynim yanıyordu düşünmekten. Kendimi olduramıyordum. Yüzlerce soru sordum. Hata neredeydi? Yeterince tevazu mu yoktu? Kabulde mi sıkıntı vardı? Ne? Neden eksikleniyordum?
Çünkü akılla yürüyordum. Akıl beni kitaptan kitaba, tekkeden tekkeye, felsefi görüşün birinden diğeri gezdirip duruyordu. Galiba en çok şu üçlü makul geliyordu bana : JUNG, BUDDHA VE MEVLANA.
Kendi içlerinde netlikleri vardı ve birbirleriyle çelişmiyorlardı. Bu noktada paralel okumalara başladım. Okudukça büyülendim. Bambaşka dönemlerde yaşamış bu üç insanın gökyüzünde ya da bir diğer tabirle söylersek en üst felekte oturmuş derin bir sohbetle rakı içiyor olduklarını hayal ettim! Ay beni de alsalardı keşke masalarına.
DEVAM EDECEĞİM.
5 yorum:
Dördünüz ve rakı sofrası Elvan ya çok tatlısın :)) güzel olurdu.
Rakıda dört, hadi senin güzel hatrına beş iyidir. Bi kişi daha olmaz ama:))))
Günaydın. 🤗
Bence rakı karşılıklı güzel. Eh hadi üç diyelim o da Jung olsun senin tatlı hatrına 🙏💙
Her çayımı kehvemi aldıkça buradayım iyi mi :)))
Bişi söyleyeyim mi burada yazmayı özlemişim:))) Hele sen de geliyorsun ya, oh keyfime diyecek yok. Haklısın rakı başbaşa güzel. Yalnız ben bugün şarapla geldim bilesin:))
Yorum Gönder