Benim yeteneğim ( kendimi yeterli hissettiğim demiyorum bak, dikkat et ) masal uydurmak. Hep mi böyleydim, içine doğduğum topraklar sebebiyle doğar doğmaz mı uydurukçu oldum, yoksa zaman içinde gerçeklerden kaçarken mi inşa ettim kendi paralel evrenlerimi emin değilim. Ama güzel uydururum, kendimi bildim bileli uydururum ben; ciddi ciddi, seve seve ve hiç zorlanmadan, sanki saatlerce kafamda kurmuş gibi iki dakikada yazarım bişiler. Sadece sabırsızım, yazdığımı iyileştirme, daha incelikli bir dille bezeme arzum sıfır!
Neyse ne, olduğu kadarından ne anladıysak.
Okulda çocuklara, içinde bulunduğumuz ana özel hikayeler uydurmak dersen en sevdiğim... Ben çocukken etrafımda masal anlatanlarım çoktu. Şanslıydım. Hem çok kalabalıktı dünyam, hem yalnızdım. Masal beni gerçeklikten mi kopartıyordu, yoksa asıl olana, kendime mi yaklaştırıyordu, orası hep açık kaldı. Belki bu yüzden ne Victor'u, ne de Harun'u hiç bir zaman unutmadım. Onlar masalın çocuklukla sınırlı olmadığını gösterdiler bana. Yaşadığımız her an büyülüydü. Yollarımız ayrılsa da bir zamanlar aynı masalda nefes aldığımız gerçeği hayatın kendisinden fazladır.
Ailemin hikayelerini yazmak istiyorum şimdilerde, aslında ufak ufak denemeler yapmıştım Meryem'in Çocukları serisiyle. Annem ve babam İstanbul'da doğup büyüdüklerinden, onların hikayelerini anlatırken şehrin dokusunu da az biraz hissettirebilmeyi çok isterim. Dediğim gibi, bir iddia değil yazmak benim için, sadece kayıt altına almak sevdiklerimi, özlediklerimi.
Mesela en son cadılar bayramında eski bir ormanın derinliklerinde tek başına yaşayan ve bütün çocukların hakkında anlatılan hikayelerden tir tir titrediği cadıya dair masal uydurdum..
Günlerden bir gün gözlerden uzak eski bir kasabada ülkenin en güzel ormanındaki ağaçları acımadan kesen karanlık adamlar dolaşmaya başlamış. Hava karardığında gizlice ormana girip, hiç yaşına başına dikkat etmeden önlerine gelen ağacı kesip, deviriyorlarmış. Sabah olduğunda kasaba halkı birkaç ağacın daha yok olduğunu görünce derin bir üzüntü duyuyor ama yapacakları bir şey olmadığını düşünüp, susuyorlarmış.. Karanlık adamlar sadece gece olduğunda, karanlıkta gelip gittiklerinden herkes onlardan çok korkuyormuş.
Fakat çocukların dünyasında işler farklıymış. Büyükler kadar deneyimli olmamaları onları çok daha cesur kılıyormuş. İşte bu yüzden yani cesaretleri bol olduğundan, çocuklardan biri diğerlerine ne kadar cesur olduğunu göstermeye ve yardım istemek için cadıya ulaşmaya karar vermiş. Kendine metal çöp tenekelerinden tuhaf bir zırh yaparak, eline aldığı kürekle cadının kulübesine doğru yürümeye başlamış. Kulübeyi bulmak çok kolaymış, çünkü cadıya ulaştıran tüm patikaları ısırgan otları kaplamış.
Uzun ve zahmetli bir yürüyüşten sonra çocuk kulübeyi bulmuş. İnanılmaz bir koku yayılmaktaymış pencereden. Mis gibi balkabağı çorbası kokusu! Ama asıl şaşırtıcı olan bambaşka bir şeymiş; cadının kendisi!
Masal asla gerçeklerden bağımsız değildir, bizim kişisel tarihimizden, ata kültümüzden, yaşadığımız topraklardan pek çok şifre barındırır. Bu yüzden de asırları aşarak süre gelen sembolik, ezoterik öğeler içerir. Tıpkı mitler gibi!
Bir çocuğa masal anlattığınızda genişlediğinizi, özgürleştiğinizi hissedersiniz. Onun tertemiz sayfasına birkaç kelime bırakmak demek aslından ezelden gelen gizemli bir bağı sürdürmektir. Çocuklar kendilerine anlatılan masalları kelimesi kelimesine olmasa dahi sezgisel anlamda hep anımsarlar. Masallar kalbimizi koruyan tılsımlı muskalar gibidir. Bilerek veya bilmeyerek, sevdiklerimizi, korkularımızı, cesaretimizi ve en derin yenilgilerimizi masalarla ölümsüzleştiririz.
En azından ben hep böyle yaptım.
Eda Lisa için yazdığım masalın üzerinden on altı yıl geçmiş.. Ona olan sevgim, onun minicik elleri, kokusu, ikimiz için diktiğim ve hain yöneticinin söküp attığı erguvan ve daha pek çok ayrıntı dün gibi kalbimde...
Şimdilerde onun on altıncı masalını yazmak üzere ilham perilerini çağırıyorum. Arada kayıp masallarımız var. Ne yazık ki söz verdiğim gibi her yıl bir masal yazamadım. Yazamadım çünkü arada yan yana yaşayamadığımız yıllar var ve ben yazdıklarım sahici olsun istedim...
Bir de eski sevdiğime yazdığım, yıllardır sonunu bağlayamadığım tuhaf bir masal/hikaye var sandığımda: Çark Dönümü Fırtınası. Sonunu yazamadım çünkü bir garip yaşanmamışlık var aramızda ve ben boşlukları tek başıma tamamlayamıyorum. Onun bencil, hastalıklı ve ikircikli doğası sayesinde hep arafta kaldık. Bende bir yetişkin gibi davranamadım. Terkedilme travmam yüzünden son noktayı koyamama durumunu göz göre göre sineye çektim. Yaşamaya cesaret edilememiş, ama bitişine de katlanılamayan, böylece hayaletler diyarında başıboş bırakılmış, samimiyeti on para etmeyen bir merhametsizlik hikayesi...
Belki de yazmalıyım. İyileşmek istemeyen eski sevilenin egosu daha da şişsin diye değil, benim onu seçen karanlık ve hastalıklı tarafım şifalansın da bir an evvel önüne baksın diye:)
Velhasıl masal iyi kılar. Masal kabullenmeye, iyileşmeye, cesur olmaya çağırır. Boşuna değildir o derin uykular, üç dilek hakkıyla sınırlanmalar ve boğaza takılıp kalan elmalar. Her biri gerçek yaşamlarımızdaki tökezlemelere, ödüllendirilmelere karşılıktır.
Peki sevgili okuyucu sence ne ola ki bu masal?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder