Günaydın,
Hayat okumaları yaparken, çoğu zaman unuttuğumuz şey yaşamda şimdiki zaman dışında ne varsa uyduruyor olduğumuzdur. Geçmişi anlatırken alenen uyduruyor, kendi hislerimizle adete yeniden yazıyoruz. Geleceğe not düşerken de bundan farklı bir tutumda değiliz. Yani bir kez yaşıyor, sonra ruh durumumuza göre defalarca evirip çevirip anlatıyoruz zihnimisin kesintisiz yayın yapan radyosunda. Her anlatı hücrelerde ses buluyor ve her defasında artık üzerinde durmamamız gereken ayrıntılarla ömrümüzden çalıyoruz. Yaşamda canlı ve huzurlu kalmak mümkünken ölü vakitleri dürtüp duruyoruz. Bütün bunların sonucunda da huzurumuz kaçıyor. Yani kimse değil, bizzat biz huzur kaçıran oluyoruz.
Huzurlu insanlar, huzurlu evler ve yaşamlar diye birşey yok. Öyle anlar var ve bu anlar yaratıma açık. Huzur istiyorsak ilmek ilmek dokumak tek çare.
Ben öğrenilebilir birşey olduğuna Ebru ile ikna oldum. Zihni kendi çöplüğünde başıboş bırakmak ve kuduz köpek gibi sağa sola saldırmak yerine, seve okşaya bahçede gezdirmek mümkün. Ehlileşene kadar tasmasını tutmak da şart..
İçeride, hepimizin içinde huzurlu sabahların, hafif günlerin, yumuşacık kucaklaşmaların özlemini çeken birisi var. Günü akışında yaşamak, çözüm üretirken gerilmeden sakince yapabilmek isteyen biri. Ona vermeliyiz dikkatimizi, o kazansın diye olmalı tüm gayretimiz.
Ben resim yapmaya başladım mesela. Ne alakası var demeyin, çok alakası var. İnsan günde bir saatini boya kalemlerine ayırdığında ortaya çıkan iş estetik harikası olmasa da içinde kendine, sesine kulak kabartmanın keyfini barındırıyor. Bu sabah da niyetim kargaları çizmek. Masmavi gökyüzünün altında, sarmaşığın tepesinde o kadar güzeller ki, denemek istiyorum.
Yaşamı huzursuz ruhlar olarak geçirmek tamamen öğrenilmiş çaresizlik, bir başka yolu var. Var ve mümkün:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder