Anneme...
Atlantis'in kalbinden düşmüşüm annemin rahmine. Nefessiz kalan ruhların kaderiydi karşılaşmamız; bir zaman o boğuluyordu, ben onu kurtardım, sonra da günü gelince annem bana hayat verdi. Onu ilk kez Aziz Demetrios'un* adıyla anılan burnun açıklarından hatırlıyorum. Rüzgarla gelen kokusunu hemen anımsamıştım. Meryem'in kolyesi vardı boynunda.
O gece kıyıdaki olağandışı hareketliliği fark etmiştim. Yavaş yavaş çekilen kürekler kayıklardaki kargonun ağırlığına işaret ediyordu. Dürbünüm elimde, gözümü kırpmadan telaşlı gölgeleri seyrederken adeta bambaşka bir zamandan bakıyordum karanlığa.
Bir süre sonra sandallar sarayın açıklarında durdular. Balıkçılar çuvala benzeyen yükleri tek tek Propontis'in akıntısı bol sularına yuvarladılar. Onlar arkalarına bile bakmadan uzaklaşırken, çuvalları bıraktıkları noktada, tam ay ışığının altında denizde tuhaf bir çalkantı fark ettim. Biri çırpınıyordu.
Adamlarıma hemen filikayı indirmelerini emrettim. Denizciler kısa sürede kazazedeyi güverteye çıkarttılar. Kadındı! Kıyafetlerinden anlamıştım, sıradan bir evin hanımı değildi; üstündekiler ancak varsılların satın alabileceği cinsten ipeklilerdi. Kurulanması için kamarama götürdüm. Temiz kıyafetlerimden verdim. Isındıktan ve karnı doyduktan saatler sonra bile titremesi geçmemişti. Günlerce uyudu.
Onu Propontis sularında bulduktan bir ay sonra yine dolunaylı bir gecede evimize* yelken açmak üzereydik. Hala tek kelime etmemişti. Bizimle gelmek isteyip istemediğini sorduğumda sadece başını salladı.
Aziz Demetrios Burnu yavaş yavaş ardımızda kalırken, lombozdan içeri giren ay ışığında ıslanmış yanaklarını gördüm. Yüzünü bana dönüp "Luna" dedi. Adı buydu, Luna. Bu cömertlik karşısında sessiz kalamazdım, güvenini kazanmanın tam zamanıydı. Beni tanıması için Meryem'e yalvararak şapkamı çıkartıp eğildim, "Phoebe".
Kızıl saçlarım elbisesinin eteklerine döküldü..
*Saray Burnu
**Le Vieux Port, Marsilya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder