18 Mart 2021 Perşembe

KUTLAMAMAYI TERCİH ETTİĞİMİZ YILDÖNÜMLERİ

 




Birini kaybettiğimizde yas tutarız ya, -tutar mıyız sahi?- ve gidişinin ardından devirdiğimiz her üç yüz altmış beş günde bir depresyon belirtileri gösteririz... Göstermez miyiz?

Konu ne olursa olsun, ister ölüm, ister ayrılık veya ölüm gibi hissettiren başka bir şey... Semptomlar zamansa azalsa bile asla sona ermez, çünkü o gün yaşam döngümüze  mühürlenmiştir. Aklımıza gelmese dahi bedenimiz olanları bir bir hatırlar, tepkisini de verir. Kusar, uyuyamaz, nefes alamaz, yataktan çıkamaz... Neyse ne ama susmaz.

Benim bedenim de elbette vazifesini yerine getiriyor ve bu hafta hem pandemiye, hem de Mart'la gelen nicesine tepkisini gösteriyor. Herkes gibi boşlukta savruluyorum. Amaçsız, hedefsiz ve her sabahın bir diğerinden farklı olmayışına fena halde kızgın.. Bunu değiştirmekten aciz olan kendime büsbütün uyuz. En zorlayıcı olan kısım da koca bir ömrün çarçur edilen günlerinin kısa bir özeti gibi vücudumda dönen fragman; gözlerimi kapasam da açsam da, bilincimi bambaşka bir noktaya çeksem de nafile! O, orada.

Travmaya duyarlı yoga çalışmaya başladığımdan bu yana, insanın ne kadar ilginç bir makine olduğunu hayranlıkla izliyorum. Aslında en büyük hayal kırıklığımızın kendimiz oluşuna da artık hiç şaşırmıyorum. Durmadan birbirimizi aynalayarak ve hır gürle geçen hayatlarımızda, birer yardım çığlığından başka neyiz ki?

Güvenilirlik bekliyoruz. Biz güvenilir miyiz? Baksanıza "benim hafızam" dediğimiz şey bile kaypak, kafasına göre not ediyor hayatımızı. Aklıma güvenirim derken, akıl uçuyor... Kelimelerim kimin? Duygularımızı mı söyleyeceksiniz, boşversenize, onlar eski kayıtların izini sürmekten öteye geçemiyor ki... İstediği kanalı çeken bir anten zihin. Kontrolü ben hariç herkeste!

İşin aslı bir tek travmalarım benim, yalnızca onlar sahici. Çünkü aklıma, zihnime, ruhuma hiç güvenim kalmadığında benimle sadece bedenim konuşuyor. Tabii dinleyecek kadar sağduyum kaldıysa... Mesela "korkmuyorum!" diye bas bas bağırırken buz gibi terliyorum, "unuttum bile!" dediğimde güm güm atıyor kalbim. Umursamadığımı söylediğim gün, aptal bir filmin önünde hıçkıra hıçkıra ağlıyorken buluyorum kendimi. Theodora'ya bir şey olunca aklım kontrolden çıkıyor! Yönetemediğim tüm maddi ve manevi süreçlerde belim tutuluyor, midem bozuluyor... Daha neler neler...

Öyleyse benim artık devam ettirmek istemediğim bu yıldönümlerini bırakayım da bedenim arzu ettiği gibi yaşasın. Mata insin, ağlasın, sızlasın. Uykusu yokken gidip yatsın. Hangi eklemlerin arasına sıkışmış hislerim? Nerede kasılıp kalmış en derin endişelerim bi baksın. Napayım, bir Mart daha böyle geçsin....



Hiç yorum yok: