Derin şeyler yaşayamadığından, sahici duygulara hasret öleceğinden, kaypak insanlardan, içi boşaltılmış cümlelerin zedelediğinden ve derin yalnızlık hissinden dem vuran tamtamcılarla dolu etrafım. En büyük tamtamcı da ben! Kendimi, güvelere ağlayan prenses* gibi hissediyorum!
Geçen yıl bu zamanlar aşk, aşk hastalığı ve semptomları, ümitsiz aşk, eski aşklar vs hakkında yazıyordum. Bakıyorum da pek bir şey değişmemiş; zamansız yaralayan bir dersten çıkartılan sonuçlar dışında... Yirmi yıllık bir peri masalında kötü kurdun karnını yarıp, taş doldurmuş bir av( avcı değil, av:)) olarak hala eteklerime bulaşan kanı çitiliyorum rüyalarımda.
"Cif; gençlik hatalarını bile siler!"
Dün yeni tanıştığım birine burnumu tavana iyice yaklaştırıp, tam bir çizgi film kahramanı gibi sevimli sevimli gülümseyerek; "ben hiç depresyona girmedim, nasıl bir şeydir bilmem" dedim. Doğru muydu acaba? Yoksa şöyle mi demeliydim: "ben hayatım boyunca depresyona girdiğimi hiç kabul etmedim, neden kabul edilir bilmem!"
Galiba ikincisi daha doğru olacak çünkü evliliğimin son aylarını "Hayri Pıtır ve Musalla Taşı'nı" seyrederek, sinemaya gidip deliler gibi ağlayarak ve de on kilo alarak geçirmemiş miydim? Bütün gün herkese gülümseyen ama perde kapanıp evde iki kişi kaldığımızda suratı mahkeme duvarına dönen sevimsiz kadın kimdi ? O depresyonda değil miydi? Hadi canım!
Batan geminin son faresiyim ben, guluk guluk diye suları yuta yuta boğulan son fare. Surları top ateşine tutulmuş şövalyeyim. Kelleşen meyva bahçesinde sihirli elmayı arayan büyücüyüm... ama asla depresyonda değilim. Asla da aşık olmadım. Aşk teslimiyet demek. Teslim olamadım ki, aşık olayım. Hep kıyısından döndüm. O yeni tanıştığım genç adama bu konuda kesinlikle gerçeği söyledim. Hayatım boyunca hiç aşık olmadım. Ama istedim. Ama çok yaklaştım.
"Bense, yalnızca aşkı değil, yazıyı da, hayatı da bir yolculuk gibi gören göçebelerdenim. Çünkü insan, nasıl evinin kıyısını, köşesini hemen keşfederse, aşkın güvenli koylarını da, yazının saklanacak köşelerini de pek çabuk keşfediyor. Oysa Adem, ölümsüzlüğü tek bir şey adına bırakmıştı: Bilinmeyen!"**
Az evvel gezegenin öbür ucundan bir kadına "aşk hikayesi" üzerine tavsiyeler verirken inanılmaz samimiydim, hani insan en çok öğrenmeye ihtiyacı olan neyse, onu en iyi öğretirmiş ya:)) "Aman ne mutlu sana canın yanıyor, demek ki o et parçası kan pompalamak dışında hala işe yarıyor !" dedim. Bunu söylerken o kadar inanarak söyledim ki, sesime yabancılaştım!
Bunu neden yazdım, bilmiyorum.
* J.W., "Tek Meyva portakal Değildir" de prenses, ölen tahtakuruları için sonsuz gözyaşları döküyordu. Merak edenler kitabı bulmak zorunda kalacaklar:))
**A. Erdoğan, "Bir Kez Daha"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder