28 Şubat 2009 Cumartesi

Aramızdaki Çin Seddi'nin Adı.



Bu yazı benim N.K'ya olan sevgime ve onun şahane egosuna ithaf edilmiştir:)))









Dürüstlüğüm can yakıyormuş, kendimle yaptığım muhasebe blog okurlarından bazılarını rahatsız ediyormuş... Okuyan da sağolsun, okumayan da, fakat bu sayfaya tıklamak Allah Kelamı değil. Kaldı ki zaten Kuran'ı da açıp her gün okuduğunuzu sanmıyorum:)) Gırtlağınıza çöken mi var oku diye?

Elbette okuyucu başımızın tacıdır ve zaten onu umursamıyor olsak blog yazmaz günlük tadında kalırdık. Demek ki burada yazıyor olmanın bir büyüsü var.


Ben iyi bir cadıyım; bütün büyülerim iyilik için. Ama nihayetinde insanım. Canım sıkıldığında tatlı tatlı gülümseyecek ya da kalbim kırıldığında pişkin pişkin sohbete devam edebilecek olgunlukta da değilim henüz. Üstelik bu halim için özür dilemeyeceğim. Kendim olmak yolundaki çabam ve o çabadan buraya yansıyanlar huzur kaçırıyorsa, o sizin bileceğiniz iş. Ben kimseye huzur vaadinde bulunduğumu hatırlamıyorum. Fakat gerçek şu ki, ben de zaten onun peşindeyim! Bir bulsam, siz de nasiplenirsiniz:)) Azıcık destek yahu!


Etrafımdaki hikayelerden burada zaman zaman bahsediyorum; evlenenler, boşananlar, çoluk çocuk maceraları, eski sevgililer... Bazılarını isim vererek anlatabiliyorum. Bazı hikayelerde ise özellikle isim vermiyorum. Çünkü yazarken izin almayı sevmiyorum. Kimseye gidip de "senin hakkında yazabilir miyim?" diye sormuyorum. O zaman tadı tuzu kalmıyor. Çünkü benim yazı disiplinim yok, günlerce kurgulamıyorum ki ne yazayım, kim hakkında yazayım diye. Pat diye bir cümle dökülüyor ve onun izini sürmeye başlıyorum kendimce.


Bugün ashramda meditasyon yaparken yine çok zorlandım. Zihinden çıkmak ve bedenimi özgür bırakmak ne kadar zor bir deneyim benim için anlatamam. Kendimi daima, mikroskobun iki camı arasına sıkıştırılmış kan örneği gibi hissediyorum; annem ve sayısı elin parmağını geçmeyecek üç beş kişi - aralarında egosu tavan yapanlar da var, onlara ayrıca merhaba demek isterim; "hello!" :)) - gözlerini dikmiş mutlu muyum, mutsuz muyum diye beni seyrediyorlar! Bu durum, ruhsal ve bedensel olarak gevşememi engelliyor. Sahi neden bu insanlar beni rahat bırakıp kendi mutluluklarına odaklanmıyorlar? Hişşşt kime diyorum?


Neyse, meditasyona dönelim. Dans bölümünün sonunda, nihayet kolumu bacağımı yere yatırdıktan sonra, sanırım biraz da müziğin etkisiyle gözümün önünde tuhaf tuhaf görüntüler canlanmaya başladı. Tam olarak şöyleydi:

Dünya Doğu ve Batı olmak üzere tam ortasından ikiye ayrılmıştı. Ben Doğu tarafındaydım. Tıpkı meditasyon sınıfındaki gibi yerde ceset* pozisyonunda uzanmıştım. Diğer yarıda da aynı şekilde uzanmış biri(!) vardı. Aramızda ise Çin Seddi gibi uzun ve yüksek bir duvar!

Tıpkı anda olduğu gibi meditasyon yapıyorduk ve her ikimiz de bedenlerimizi uzandığı yerde bırakarak yükseldik. Yükseldik ve duvarı aştık! Sonra duvarın üzerinde yürümeye başladık. O sırada çalan cd'deki kadın ve adam sesleri, içe doğru yapılan yolculuk vs vs diye bir takım cümleler sıralıyorlardı. Yani hem sınıftaydım ve onları gayet net duyabiliyordum, hem de duvarın üzerindeydim hala.


Benim gibi meditasyon özürlü biri için bu anlar çok kıymetlidir çünkü nadiren yakalayabiliyorum. Çünkü nadiren kendime dürüst olup, nadiren kalbimdeki gerçeğe teslim oluyorum.


Neyse, duvarın üzerinde yürüyorduk. Hiç olmadığımız kadar hafif ve hiç olmadığımız kadar sakindik. Bedenlerimizin bu hayatta yakalayamadığını, ruhlarımız ya da diğer adıyla enerji bedenimiz oralarda bir yerde başarabiliyordu. Her şey kalbimize teslimiyetle başlıyordu. Ben kendime teslim olmayı başarmıştım! Eskiye oranla epeyce yol aldığımı görmek içimi ferahlatmıştı. Ama Batı tarafında devam eden hayatta hala dürüst olmayan şeyler vardı; bana dürüst olmayan, kendine dürüst olmayan, dürüst olmayan...


Sonuç olarak enerji bedenim de saf olmayanı kabullenemedi. Uzandığım yere geri döndüm ve yavaş yavaş diğer tarafla bağımı koparttım. Zorlandım ama başardım. Bunun adı eskiyi atmak değil, eskiyi yok saymak değil. Bunun adı eskiyi anlamaya çalışmak ve eskiyi olduğu gibi kabullenmeyi öğrenmek. Eski kendini yenilemeyi reddetmişse onu, yeniye taşıyamama kararlığı göstererek, ana dönmek!


Bu durumda rahatlıkla diyebilirim ki, denek** üzerinde yapılan çalışmalar süper gidiyor doğrusu. Bu tempoyla bir yıla kalmaz hallederim meditasyon işini:)) Çünkü kendime dürüst olmak yolunda ciddi adımlar atıyorum. Haz odaklı yaşamayı reddettiğimden beri, önümde aralanan saadet kapılarına dikiyorum gözümü. İçeri alınacağım güne doğru kah ürkerek, kah cesurca ilerliyorum. Ama hiç gözümü kırpmıyorum. Ne şanslıyım ki muhteşem yol arkadaşlarım var. Ve ne şanslıyım ki beni o yola iten aynalarım var. Sen varsın!


Bundan sonra yapacağım şey, şu ana dek süre gelenden farklı olmayacak; sayıklamaya, iç dökmeye ve arada sırada başka hayatlardan anlar çalıp yazıya aktarmaya devam edeceğim. Bazen masalımsı olacak söylemlerim, bazen reality show tadında. Ama daima "dürüst" olacak.

Kendi içindeki dürüstlüğü sorgulamaya gücü olmayan ya da bu güç gösterisini ölümlülere layık bulup, tahtlarına kurulanlar zaman zaman rahatsız olacaklar krallıklarında. Ama onlara Kapri Kralı'nı okumalarını öneririm. Bazen bir masal, Elvan Hanım'ın dürüstlük - ve bittabii cesaret - arayışından çok daha etkili olabilir. Bir kadına bir kitapla aşık olan adamlar, aynı şekilde bir masalda kendileriyle göz göze gelebilirler:))***


Buradaysanız ve hala satırlar arasında ne aradığınızı bilmiyorsanız, serüvenimden hoşlanıyor olmalısınız. Teşekkür ederim, benim için bir zevk!




*Savasana

**Ben:))

*** Bende Türkçesi de var, sana okuyayım mı?



Not. Bugün Yin Yoga denedik, şaka gibi güzel bir şeymiş. Bayıldım.




3 yorum:

pilatescadisi-pilateswitch dedi ki...

Çin Seddi... hmm. hoşş.. hiç fena değil. Yani sen dünya birşeylerle arad varolan duvar var gibi hissedebiliyorsun. Kimbilir bir sonraki meditasyonda o duvardan göz hizanda yatarken bir taş çıkar ve öte yandan sana dokunan çiçek kelebek, ışık, hava birşeyler...belki bir el falan olur. Belki bir sonrakinde de dah büyük delik...
bir bakmışsın, sen geçmiyorsun diye öte yandan biri çinseddinin altından tünel kazmış.. ne dersin melek cadım

kelebeklerözgürdür dedi ki...

şimdi karşımda olsan ayağa kalkıp seni alkışlar sonra da önünde eğilirdim!!! ben seni haftada kaç gün görüyorum bilmiyorum, bazen hiç bazen birkaç kez. (gerçi görmek için illa yanyana olmak da gerekmiyor) ama yine de her akşam açıp bu bloga giriyor ve rapunzeli, elvanı okuyorum. her zaman ne aradığımı biliyorum, her zaman aradığımı buluyorum. bu akşam da buldum yine...

"Bunun adı eskiyi atmak değil, eskiyi yok saymak değil. Bunun adı eskiyi anlamaya çalışmak ve eskiyi olduğu gibi kabullenmeyi öğrenmek. Eski kendini yenilemeyi reddetmişse onu, yeniye taşıyamama durumuna eyvallah çekip, ana dönmek!"

sayın rapunzel, we are on the same page. ne mutlu...bencilce kendi adıma...

Fortunata dedi ki...

Sevgili Pilatescadısı,
Seni ve iyimserliğini dünyalara değişmem. bence de biri yakında taşları oynatacak veya en hızlısından tünel kazmaya başlayacak! Buna dair inancım ve neşem tam gaz devam etmekte:))
Sergide görüşürüz!

Külkedisi...
We are on the same page again:)) Ne mutlu! Bizi aynı sayfada kılan şey- kendi adıma söylüyorum elbette- ben aklım başka yerde gözüm kitapta ne okuduğumu/yaşadığımı anlamaz halde ilerlerken senin beni dürtüp, "ne yazıyor Elvan? " demen sayesinde oluyor bazen. Bu da bizi yeniden aynı sayfaya taşıyor. İşte böylece içimdeki tanrıyla içindeki tanrıyı selamlıyorum:))) Anlamak ve anlaşılmak istemek yolundaki iyi niyetimiz ve açıklığımız, bizi dilerim hayat boyunca nice sayfada beraber kılar ( resimli ve komik sayfalarda:)))