Yaşadığım kulenin altıncı katında oturan güzel prenses, Kasım ayında tam üç yaşını doldurdu. Onun bana yakın bir yerlerde büyümesine sebep olan şans ve kader tanrıçasına her akşam teşekkür ediyorum. Eda Liza'yı bizim buralara yollayarak hakkındaki tüm olumsuz söylentileri kulak ardı etmeme sebep oldu.
Aşağıdaki masal beni hayata karşı inançlı kılan prensesimin üçüncü doğumgünü şerefine yazılmıştır.
Mutlu yıllar majeste!
Bir kaç iyi dostla pazar yerinde buluşup, hızlıca yenilen akşam yemeğinden sonra kuleme döndüm. O gece Ay, hiç olmadığı kadar parlaktı; etrafında garip bir ışık vardı. Her zaman yaptığım gibi ona gülümsedim. Sonra banyoya gittim ve tam pijamalarımı giymiş Eda Liza'nın fotoğraflarına bakıyordum ki, kulemin ön tarafındaki balkonda bir gürültü duydum. Perdeyi araladığımda gözlerime inanamadım. Ejderha! Ejderha geri gelmişti. Üstelik henüz prensesin doğumgününe aylar vardı! Gülümsüyordu bana!
Balkon kapısını açtığımda yalnız olmadığını gördüm. Sırtında birini taşıyordu; çocukluğumun son yıllarından anımsadığım ama tüm detaylarını unuttuğum bir masalın kahramanını. O da gülümsüyordu. Elini uzattı, hiç düşünmeden atladım ejderhanın sırtına. Tam havalanmıştık ki aklıma prensesim geldi. Hemen onun odasının penceresine gittik fakat çoktan uyumuştu. Ama ejderhaya göstermem gereken bir şey vardı. Yavaşça yorganını kaldırdım, mor balon eteğiyle uyuyor. O eteğini öyle çok sevmişti ki, uyurken bile çıkartmak istemiyordu! Ejderha çok güldü, usulca öptük onu ve odasından çıktık.
Bu kez onsuz uçacaktık Konstantinopolis semalarında. Ejderha havalandı, her zaman olduğu gibi Topkapı Sarayı üzerinde daireler çizmeye başladık. "Burayı çok severim, bahçeye inelim mi biraz?" diye sordum yabancıya. Ama daha ben cümlemi bitirmeden bir çift şaşkın bakışla karşılaştım. Başka bir soru sordum: "Sahi adın ne senin?" Cevap verdi: "Hiçkimse".
Hiçkimse, Ejderha ve ben sarayın bahçesine indik. Henüz açmamış lale soğanlarına basmamaya dikkat ederek yürümeye başladık. Sarayın önüne gelmiş küçücük takaların içinde balık tutmaya çalışan insanları seyrettik. Aniden uzun, upuzun yıllar önceki masaldan bir sahne canlandı gözümde: Hiçkimse ve ben Bosphoros kıyısında istavrit avlıyorduk. Bunu tam ona da anlatacaktım ki, ejderha çok acıktığını söyledi ve yakındaki köprüye gidip yemek yemeyi önerdi.
Adı Hiçkimse olan biriyle yemek yemek çok riskliydi. Üstelik ikimize ait bir masalın kim ne kadarını anımsıyor bilemiyorduk... Yine de yanımda Ejderha olduğuna göre korkmama gerek yoktu. Kafamıza dolaşan onlarca cevaplanmamış soruyu gökyüzüne savurduk ve kalbimizdeki cevaplarla yemeğe gittik.
Hiçkimse yemek boyunca neredeyse tek kelime söylemedi. Sadece ben bir kaç soru sormaya çalıştım:
"Ne iş yapıyorsun?"
"Altından saraylar yapıyorum."
"Peki güzel mi bu saraylar? İçinde yaşayanlar mutlu mu?"
Cevap vermedi, sadece ayıkladığı istavritleri koydu tabağıma. Ben de ona hangi masalda tanıştığımızı, masalın ne kadarını anımsadığını ve buna benzer soruları sormamayı tercih ettim. Sustum.
Gecenin kalanında Hiçkimse, Ejderha ve ben neredeyse hiç konuşmadık. Sadece, sanki ilk kez görüyormuşcasına Konstantinopolis'i seyrettik. Şehir sırlarını fısıldadı, biz dinledik. Dönüş yolunda, Ejderha beni çok şaşırttı. Uzun zamandır uğramadığım yerlerden geçerek birşeyler hatırlatmaya çalışıyordu sanki. Rotamız çok garipti: Köprü, Bab-ı Ali, Arnavutköy (geçerken çilek toplamayı ihmal etmedik, çümkü zamansız da olsa bir kaç tane vardı:)) Rumeli Hisarı ve Kalamati.
Kalamati üzerinde uçarken ayın yanına kıvrılmış iki güzel bulut gördüm. Ejderhaya onları alıp alamayacağımı sordum. Elbette alabileceğimi ama aşağıya indiğimizde artık bulut olmayacaklarını söyledi. Razıydım ve iki küçük bulutu kucakladım!
Kuleye ulaştığımızda çok sıkkındım. Ejderha'ya veda etmek bana inanılmaz zor geliyordu. "Bir daha gelecek misin?" diye sordum. "Evet" dedi. "Ne zaman?" "Benimle yarın Erguvan ağacının altında buluş" dedi. "Tamam" dedim. Sonra Hiçkimse'ye baktım. Yüzünü göremedim. Sabahın ilk ışıkları tam da ona geliyordu. "Hoşçakal" dedim. "Hoşçakal" demedi.
O kadar kırıldım ki bu davranışına öfkemi ve kırgınlığımı hissedebilsin diye bir şey yapmak istedim. Tam o anda çimenlerin üzerinde bir kirpi gördüm. Kirpiyi yakaladığım gibi onun kucağına attım! Aynı anda üzerime pırıltılı birşeyler döküldü fakat ne olduklarına bakmadan koşarak odama kaçtım.
O gece mevsimsiz çilekleri, Ejderhayı ve Hiçkimse'yi düşünerek uyuyakaldım. Ertesi sabah uyandığımda ellerim kıpkırmızıydı, acıdan parmaklarımı kımıldatamadım! içimdeki kocaman ve isimlendiremediğim duyguyla altıncı kata tırmandım ve prenses Eda Liza ile buluştum. Onu kucakladığım anda elimdeki acı geçiverdi. Prensesin iyileştirici bir gücü vardı, bunu bir kez daha anladım.
Uzun uzun oynadıktan sonra, ona dün gece Ay'ın ardında saklanan iki küçük bulutu getirdiğimi söyledim. Leydi Agi buna çok güldü. Nereden aklıma geliyordu acaba böyle şeyler? Çantamdan bulutları çıkardım. Bembeyaz havlulara dönüşmüşlerdi! Birini Eda Liza aldı ve diğerini kızkardeşi Leyla Nora'ya verdi.
Günün geri kalanı için Selçuklu Prensi, Kibritçi Kız ve benden bir sürpriz vardı Eda Liza 'ya. Ona istediği gibi dans edebilmesi için çok güzel bir tütü almıştık!Eda Liza bunu görünce seviçten havalara uçtu fakat elbise yeterince süslü değildi. Birazcık daha ışıltılı olsa prensesimiz çok ama çok mutlu olacaktı. İşte o anda aklıma dün gece son dakikada balkona dökülen pırıltılar geldi. Hemen eve gittim ve balkon kapısını açtım. Yerde gözyaşı damlası şeklinde elmaslar vardı! Bunun ne anlama geldiğini düşünecek zamanım yoktu. Hepsini toplayıp eteğime doldurdum ve tekrar kulenin altıncı katına çıktım.
Yaklaşık bir saat sonra Eda Liza elmaslarla süslü tütüsünün içinde gerçek bir prensese benziyordu. Çok mutluydu. Biz bütün bunlarla uğraşırken Ejderha ile erguvan ağacı altında buluşma saatimiz de gelmişti. Leydi Agi'den ve minnacık meleği Leyla Nora'dan izin isteyerek bahçeye indik. Ejderha bizi bekliyordu.
Ejderha ve Eda Liza birbirlerini çok özlemişlerdi. Uzun uzun sohbet ettiler: "Anneniz nasıl?, babanız nasıl?, kardeşiniz nasıl?". Bütün bu sorular bittikten sonra Eda Liza'nın uyku saati gelene kadar gezmeye karar verdik.
Kocaman bir öğleden sonrayı Konstantinopolis'in üzerinde uçarak geçirdik, taa ki gökyüzü tıpkı prensesin elbisesinin rengine yani güzel bir günbatımı pembesine dönene kadar.
Temiz hava ve yorgunluk Eda Liza'yı acıktırmıştı. Ona en sevdiği zeytinden bir kilo aldıktan sonra kulemize döndük. Prenses, ejderhayı kocaman bir öpücükle ödüllendirip, annesinin onun için hazırladığı banyoya gitti. Daha sonra Leydi Agi'den öğrendiğime göre o gece tütüsüyle uyumuş!
Ben kendimi tutamayıp sordum Ejderha'ya:
"O nasıl?"
"Kim?"
"Hiçkimse!"
"Haa o mu? İyi, iyi. Merak mı ettin?"
"Elbette merak ettim!" dedim. "Peki kirpi?"
Gülmeye başladı ejderha, "görsen tanıyamazsın, pamuk gibi oldu!"
Ne demek istediğini anlamadım ama tam ben bir şey söyleyecektim ki ellerimi avuçlarına aldı ve baktı: "Çabuk iyileşmişsin".
"Evet" dedim. "Eda Liza sayesinde. Nasıl oldu bilmiyorum ama bunu o yaptı".
"Emin misin iyileştiğine?" dedi.
Hiç sevmiyordum onun böyle içime şüphe düşüren sorularını. Tekrar ve dikkatlice baktım ellerime, avuçlarımın içi hala kocaman bir çilek gibi kırmızı noktalarla doluydu, canım yanmıyordu ama izi kalmıştı hırçınlığımın!
" Geçecek mi? " diye sordum.
" Sence ? "dedi.
Onu kırmaktan korktuğum için sustum. Bana gücenir ve bir daha dönmez diye ödüm patladı. Gülümsedim, "umarım hiç geçmez!". O da gülümsedi, başını salladı memnun memnun. Her zamanki gibi kucaklaşarak vedalaştık. Kocaman bir öpücük kondurdum yanağına.
Havalandığında ardından seslendim: "Hiçkimse'ye selam söyle benden!". Korkarım duymadı. Pijamalarımı giydim, masamın başına oturdum ve İkea'dan aldığım oyuncak kirpinin dikenlerine dokundum; yumuşacıktı! Bu da prensesin mucizesi olmalı dedim.
O gece aylardır uyumadığım kadar rahat uyudum. Mevsiminden çok önce yediğimiz çilekler ve Eda Liza'nın tütüsü içinde oradan oraya zıplarken yüzüne yayılan ifade inanılmaz iyi gelmişti ruhuma. Bazı şeyleri sonsuza dek saklayamayacak olmamız gerçeğine içim burkuldu biraz ama sabah uyandığımda kalan çilekleri derin dondurucuya saklayıp, ardından Eda Liza'nın birbirinden güzel fotoğraflarını çekince daha iyi hissettim. O çilekleri ne zaman yeriz bilmiyorum ama fotoğrafları en kısa zamanda sizinle paylaşmak isterim.
4 yorum:
hiç kimse ve ejdarhayı çok sevdim.
bu masal hiç bitmesin dilerim..
benim de bir süredir aklıma takılı kelime "hiçkimse"...sonra anımsadım, senin bir yazından kalmış aklımda...Hiçkimse'ye yazından...çok güçlü bir kelime olduğunu düşündüm. bu masala da girmiş. masalların gerçeklerle, gölgelerin adlarıyla buluştuğu bir seneye giriyor olmak dileğiyle sevgili rapunzel...iyi ki varsın...
Sevgili Brajeswari, eminim tanışabilseydiniz onlar da seni çok severlerdi. Kimbilir, belki bir gün?
Külkedisi....
Güzel dileğin için teşekkür ederim. İnanıyorum; çok ama çok iyi şeyler getirecek yeni yıl.
Biliyor musun , senden ses çıkmayınca sevmedin bu masalı diye korkmuştum:)) Kucak dolusu sevgiler..
bu masalı çok sevdim.Ejderhayı da... o balık ayıklayan hiçkimseyi de.hiçkimseliğinin hakkını verdiği kesin...:))
Yorum Gönder