12 Aralık 2008 Cuma

Dolunay,Okan Bayülgen ve Kral Mezarının Laneti:))

Neredeyse hiç uyuyamadığım, uyuduğum anlarda ise rüyamda Okan Bayülgen'e yapmak istediğim işleri anlattığım anormal bir geceydi!
Düşünsenize Okan'la karşılıklı oturmuş, üzerimizde pijamalarla Bodrum'dan, masallardan ve ortak arkadaşlardan konuşuyoruz! Ama rüya bu, yani istediğim kadar saçmalama hakkım var.

En başından anlatayım; dün, akşama doğru Burhan uğradı. Bütün gün çizim yapmış, yorulmuş. Sağolsun bana merhaba demeden geçmemiş evine. Biraz oturduk, sonra onunla beraber dışarı çıkıp hava almak istedim. İnanılmazdı sokaklar; huzurlu bir kış serinliği vardı havada.

Burhan'ı trafik ışıklarında bırakıp eve döndüm. Televizyonda izlenecek bir şey bulamadığım için önce bir ileri bir geri garip garip dolaştım evin içinde. Olmadı, balkona çıktım, Ay'ı aradım. Buldum! Etrafında, bulutlardan mı, yoksa yaydığı ışıktan mı bilemediğim bir hare oluşmuştu! Birden bire aklıma onbeş yıl öncesi geldi...

Bodrum'dayım, sene 1994. Müzenin lojmanında kalıyorum; Kral Mozoleus'a sevgili karısı Artemisya'nın yaptırdıgı anıt mezarının bahçesinde! (Bahsettiğim anıt mezarın dünyanın yedi harikasından biri olduğunu da laf arasına sıkıştırmak isterim.)

O zamanlar arkeolog bir sevgilim var, kocaman bir aileyiz aslında: kedilerimiz Titrek ve Sürtük, limon ağacımız, tavuğumuz ve kitaplarımız! Hayatın en lay lay lom olduğu yıllar. Ama nedense o lojmanda yaşamaktan hiç memnun değilim çünkü acayip şeyler hissediyorum. Daha da açık söylersem; korkuyorum!

Kaledeki* herkes lojmanla ilgili garip hikayeler fısıldıyor ( yıllar sonra bekçinin karısından öğrendiğime göre bizden evvel orada yaşayan üç çift varmış ve hepsi sonunda ya ayrılmışlar, ya trafik kazası geçirmişler ya da benzeri bir şey olmuş!) ama nedense ben yaklaştığımda susuyorlar. Kimi sıkıştırsam beni başından savıyor. Bu durum daha da canımı sıkıyor, yine de fazla üstelememeye çalışıyorum.

Evin karanlık ve ürkütücü bir havası var, yanımda Harun olmadan tuvalete bile gitmek istemiyorum. İçimden bir ses durmadan: "bu ev bize iyi gelmeyecek..." diyor. Ben de aynısını Harun'a söylüyorum ama hiç umursamıyor. Zaten istese de umursayamaz çünkü onun memur maaşı ve rehberlik yaparak kazandığı paralarla kira ödeyebilmesi imkansız. Üstelik ben daha öğrenciyim! Neyse ki çok aşığız ve bu konu her zaman aramızda tatlıya bağlanıyor, unutuyoruz. Taa ki benim bir sonraki hezeyanıma kadar...

Bir gece Harun daha müzeden dönmemiş, ertesi gün Ankara'dan gelecek bakanlar için, Prenses Ada'nın lahitinin bulunduğu salonda verilecek bir davetin hazırlıklarını yapıyor. Ben erken dönüyorum eve, yolda yiyecek bir kaç şey alıyorum. Hiç huzurlu değilim, eve girdiğim andan itibaren yalnız olmadığımı hissediyorum ve durmadan arkamı kolluyorum. Ampulden yayılan zayıf ışığa bakıp, sönmese bari diye içimden mırıldanıyorum. Ne olur ne olmaz diye yağ kandilini de yakıyorum. Tam bu ruh halinde mutfakta debelenirken, aniden gözüm bel hizasındaki pencereye takılıyor; demirlere kafasını dayamış simsiyah bir keçi! Olduğum yerde bir çığlık atıp, sıçrıyorum! O da bağırmaya başlıyor:"beee beeee!"
Kimin kimden korktuğu belli değil. Önlüğü fırlattığım gibi çıkıyorum evden. Koşarak bekçinin evine gidiyorum, orada beklerim Harun'u diye düşünüyorum ama evde yoklar. Annemler de Bodrum'da değil. Asla eve dönüp, üstelik üst kata çıkıp telefon açamam. Çaresiz bekliyorum çünkü cep telefonlu yıllar değil.

Bahçedeki bitkileri sulayayım bari diyorum kendi kendime, hem böylece biraz sakinleşirim. O sırada Sürtük geliyor ama yanında Titrek yok." Ne yaptın kızım Titrek'e?". Soruyorum, çünkü Titrek küçücük ve Sürtük onu acayip dövüyor. Ayaklarıma sürtünerek mırıldıyor. Sonra bahçenin ortasına doğru yürümeye başlıyor. Ben de arkasından. Mezarın ortasındaki sunağa** iniyor Sürtük. Ben, onun oralarda oynamasını hiç sevmiyorum. Sanki eve ölü toprağı taşıyormuş gibi manyakça takıntılarım var. Harun hep gülüyor bu anlattıklarıma oysa ben gayet ciddiyim.

Sürtük'ü almak için istemeyerek merdivenlerden aşağıya iniyorum. O sırada Ay tabak gibi doğuyor bizim lojmanın ardındaki dağdan; Dolunay.
Sürtük, sunağın üzerine uzanıyor, kalkmaya hiç niyeti yok. Evinde sanki haspam, yayıldıkça yayıldı diyorum içimden. Ama o kadar sevimli ve komik ki, ben de bir an korkumu unutup, sunağa uzanıyorum. Sırtüstü yatıyorum, o da göbeğime koyuyor başını. Sürtük'ün mırıltıları ve akşamın rahatlatıcı serinliğinde orada uyuyakalıyoruz!

Harun eve döndüğünde deliriyor korkudan. Kediler kayıp, ben kayıp, evde ışıklar yanıyor ve terlikle çıkmışım yani ayakkabılarım evin girişinde! Sanırım bir an bana inanmıştır o dakikalarda ama bunu nedense hiç itiraf etmiyor.

Onun sesiyle uyanıyoruz ; Harun bizi mezarın içinde görünce avaz avaz bağırıyor. Ne düşüncesizliğimiz kalıyor ne çocukluğumuz. Sürtük ve ben akşam zılgıtımızı yemiş vaziyette Harun'un arkasından sessiz sessiz yürüyoruz eve. Tam o sırada Ay neredeyse tepemizde ve etrafında o garip hare var. İlk kez bu kadar tuhaf bir ışık görüyorum. Aklını Dünya dışı canlılarla bozmuş olan sevgilim çok heyecanlanıyor. Büyük bir zevkle anlatıyor da anlatıyor. Sürtük ve ben çaresiz dinliyoruz! Tabii o zamanlar ne anlatsa ağzım açık dinliyorum çünkü benden büyük ,çok şey biliyor ve de aşığım. Oysa şimdi olsa ben de ona Kuzey Işıklarını anlatırdım:))

Eve girip yemek yiyoruz ama o gecenin hiç normal olmadığı konusunda hemfikiriz. Ona mezarda uyurken gördüğüm rüyayı anlatıyorum. Yine kahkahalarla gülüyor. Ben hiç komik bulmuyorum. Çünkü artık eminim ki bu ev bizim son evimiz! Ona göre, fazla mitoloji okuyorum ve bu Kassandra sendromundan vazgeçmem lazım.

Rüya hakkında bir daha asla konuşmuyoruz. Titrek o gece evi terk ediyor. Bir daha da hiç dönmüyor. Harun bir ay sonra Amerika'ya gidiyor. Üç ay sonra dönecek. Gitmeden önce bana evlenme teklif ediyor. Bunun gerçekleşmeyeceğini biliyorum. Çünkü o dolunaylı gecede gördüğüm rüyayı hiç unutmadım. Fakat elbette hatırlatmıyorum. Sadece gülümsüyorum. Harun gidiyor, üç ay sonra döndüğünde biz ayrılıyoruz. Bu, bana göre evin laneti, Harun'a göre benim aşırı alınganlığım. Biz hiç evlenmiyoruz.

Aradan yıllar geçiyor. Zaman zaman o geceki rüyayı görmeye devam ediyorum. Harun'u ise uzun yıllar görmüyorum. Hap kadar kasabada hiç karşılaşmadan iki uzun yıl geçiriyoruz. Sonra dolunaylı bir gecede telefon geliyor ondan. Herşeyin yoluna gireceğini söylüyor. Özür diliyor, çok pişman... Ben? İnanmıyorum. Sadece rüyama inanıyorum. Bunu takip eden her karşılaşmamız dolunay!

Hatta Hiçkimse'nin ani ziyarette bulunduğu akşam, benim onu kovaladığım akşam, evlendiğim akşam ve boşandığım akşam da dolunay! Dün gece telefonda mesajlar yazıp yazıp sildiğimde de dolunay idi. Hatta Okan'la konuştuğumuz şeyler rüyadan çok gerçek gibiydi. Neden Okan? İnanması çok zor ama onbeş yıl önce sunakta uyuyakaldığımda da Okan vardı rüyamda. Yine inanılmaz şeyler söylemişti. Ama ben ona inanıyordum!

Dolunay, etrafındaki tanımsız ışık ve dün gece gördüğüm şeyler elbette metafizik falan değil. Ay'ın çekim kuvvetinin sular üzerindeki etkisini düşünürsek ve insan vücudunun önemli bir kısmının da sıvıdan oluştuğunu atlamazsak, algıda bozukluk hiç garip sayılmaz. Hatta bilimle uğraşan insanların bu konuda mantıklı açıklamaları olduğuna eminim. Ben sezebiliyorum sadece, bilmek onların işi.

Geçenlerde Kuzey Işıklarıyla ilgili bir makale okumuştum. Dün gece Ay'ın etrafında gördüğüm ışık oyunları, bana o yazıyı hatırlattı. Orada çekilen fotoğraflar inanılmazdı , neden içimden hep kuzeye gitmek geliyor bir kez daha anladım. Çünkü soğuk hava daha büyülü geliyor bana; Noel, kızaklar, Karpatlar, Kuzey denizi, Fin masalları, Vikingler, İskoçya...

Okan'a gelince. Sanırım onun varlığında cisimlenen bir mesaj var hayatımda. Çok kısa bir dönem hocam olmasına rağmen ve yıllardır görüşmüyor olduğumuz halde ne sebeple rüyamdaydı anlamam çok zor. Aslında değil... Bilemedim. Eğer bu rüya onbeş yıl öncesine gönderme yapıyor olmasaydı tamamen televizyonun etkisinde kaldığımı düşünecektim.

Bütün bunlar dolunay'dan mıdır, yoksa aklın garip oyunları mıdır bilemedim. İnsan beyni inanılmaz karışık - ve de kırışık -! Arada sırada ütülemek lazım!!!


*Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi.

** Ölüye adak sunulan yani hayvanların kesildiği platform.





4 yorum:

simla müderrisoğlu olgun dedi ki...

ayın çevresindeki o haleyi ben de gördüm..pardon..düzeltiyorum "dev haleyi"....

bu bana o soğukta balkonda bi sigara daha içmeme patlasa da..huzurlu hissetmeye çalıştım....

Bodrum'da yaşadığınız o ev..ve günlerini bizzat dinlemek isterim.., anlatmak istersen tabi...

Büyük hayatlar güzel anlar'dan oluşuyor sanırım...

:)

Arzu Pınar dedi ki...

merhaba,
burada okan bayülgen in şahsının bir anlamı yok rüyanda. o görüntüden alıyorsun mesajlarını.

burcun da su grubu mu diye merak ettim. dolunayın etkisinden dolayı.

Fortunata dedi ki...

Maviay, çok haklısın güzel anlar hakkında:)) Harun'u artık neredeyse hiç anmıyorum ama dönemi içinde inanılmaz değerli bir ilişkiydi. Nedense sadece iyi ve komik zamanlarımızı anımsıyorum. Sanırım zaman büyülü bir toz döküyor geçmişin üzerine:))

Arzu pınar,maalesef bir yengecim ben:(( Neyse ki yükselenim terazi! Yoksa çoktaan kötü yola düşmüştüm!
Okan'a gelince... çok haklısın bana ifade ettiği şey çok önemli. Kısa boylu, zeki, huysuz ve çekici!

Brajeshwari dedi ki...

Ben bu anlattıklarını çok sevdim.Keşke hayatımızdaki bazı izleri böyle takip edebilsek ve sonuçlara ulaşabilsek... Dolunayların hayatında önemli bir yeri olmalı, ben bunca dolunay anı hatırlasam mutlaka bir günlük tutardım..Ama sanki hayatında bir yerde, puzzle tamamlanacakmiş gibi düşünmek istiyorum.. Tüm dizi oturacak, işte buymuş diyecekmissin gibi... Böyle düşünmek, bu soğuk gecede işime geliyor:)