13 Aralık 2008 Cumartesi

Zarlar, Sırlar vs...

Aralık ayını sevmediğimi daha en başından söylemiştim değil mi? Geçen günler zarfında bu fikrimden caymış değilim. Her ne kadar arada eğlenceli saatler yaşanmış, prensesler* başlarında kartondan taçlarla evimizi basmış olsa da sevmeyeceğim seni Aralık!

İstesem de sevemeyeceğim çünkü beni korkutuyorsun. Seninle geçirdiğim her gün, içimde yazıp çiziyorum. Ay ay hesap veriyorum kendime; kime ne yaptım, ne dedim, ne oldu vs. vs.

Öyle aman aman harikalar yarattığım bir yıl olmadığı için, ister istemez geriliyorum. Bu yüzden hemen gitmeni istiyorum. Git ki, yeni bir yıl başladı diye avunayım. Benim bu durumum için kutsal kitap** 61. sayfada Villanella der ki :

"Bu yıl bitti artık, dedim kendi kendime. Bu yıl ellerimin arasından kayıp gidiyor, bir daha geri gelmeyecek.... Derler ki her kar tanesi ötekinden farklıdır. Bu doğru olsaydı dünya nasıl sürüp giderdi? Hayatta dizlerimizin üstünden nasıl kalkardık? Bu mucize karşısında nasıl kendimize gelebilirdik?

Unutarak. Çok fazla şey tutamayız aklımızda. Yalnızca şimdiki zaman var, hatırlanacak hiçbir şey yok.

Çocuğun biri kırmızı terzi tebeşiriyle sek sek kareleri çizmiş kaldırım taşlarının üzerine, ince buz tabakasının altında öylece duruyor. Oynarsın, kazanırsın, oynarsın, kaybedersin. Oynarsın.Aslolan, kaçınılmaz olan oynamaktır. Bir yıldan öteki yıla atarsın sevdiğin her şeyin zarını. En çok neye değer veriyorsan onun rizikosunu alırsın...."

İşte böyle; unutmanın kollarına bırakacağım kendimi. Çünkü ben en çok sevdiğim şeyin/şeylerin rizikosunu alamadım. Zaten şans oyunlarında pek iyi değilimdir. Özellikle zarları hiç sevmem. Cesaretimi bu şekilde sınamak beni tedirgin ediyor. Oysa babam çok iyi tavla oynardı. Çocukluğumun en net sahnelerinden biridir babam ve tavlası. O tavlalar hala bizim evde durur, fakat ne tuhaftır ki ben tavla oynamayı bilmem. Hiç öğrenemedim. Belki de öğrenmek istemedim. İki kez denedim ama sonunda bunun bir oyundan fazlasını ifade ettiğine karar verip bıraktım.

Belki de genlerime güvenip zarları atmalıyım artık.... Kimbilir?

Aralık diyorduk değil mi? Ve tabii muhasebeden bahsediyorduk. Bayramda Ateş'le Josefin'de kahve içerken bana - ikinci kez:))- blogda mantıklı ve kullanışlı şeyler yazmam gerektiğini söyledi. Ateş, yazdıklarımı okumak istiyormuş ama durmadan ejderhalardan ve elle tutulup gözle görülemeyen şeylerden bahsetmemden çok sıkılıyormuş. Futbol hakkında yazmamı istiyor! Ben ve futbol? Maalesef bu pek mümkün değil ama bugün Ateş için iki şey yapacağım. Birincisi sağlık sırlarımı(kime göre ve neye göre orası meçhul!) paylaşacağım. İkincisi ise artık ünü mahalle sınırlarını aşmış olan mücver tarifimi vereceğim.
"Nereden nereye zıpladın yuh!" diyenlere de masum olduğumu söylemek isterim, suçlusu Ateş kardeşimiz! Yoksa ben zarlar, talih, kayıplar ve kazançlar hakkında yazardım da yazardım...

Mücver Nasıl Yapılır?

Malzeme:
1 kilo kabak
2 yumurta
göz kararı un
kuru nane
dereotu
taze soğan
maydanoz
tuz
karabiber
kırmızı pul biber

Yapılışı:
Kızartma tavası hazırlanıp, içine sıvı yağ konur. Yukarıda saydığımız tüm malzemeler ( elbette kabaklar rendelenecek ve geri kalan her yeşillik ince ince kıyılacak ) iyice karıştırılıp, yemek kaşığıyla tavaya dökülür. Yağı yakmamaya ve kızartılmış mücverleri kağıt havlu üzerine almaya özen gösterilmesi önerilir. Alışılagelmiş form ovaldir mücverde ama yaratıcı olanlar farklı döküm teknikleriyle şanslarını zorlayabilirler. Samimi olmak gerekirse önermem, atalarımız bu formda karar kılmışlarsa vardır bir hikmet! A bir de unun ayarı çok önemli, sakın ilk eklediğiniz unla yetinmeyin. Karışım sulandıkça az miktarlarda un ekleyerek kıvamı korumak gerekiyor. Fakat unun fazlası mücveri beton gibi yapar, lütfen unutmayalım.
İşte bu kadar:))

Sağlık Sırları:

Bol kahve, Meyva (özellikle çilek ve mandalina) rakı, çikolata***, Ege mutfağı, süt, kimyasal içermeyen banyo ürünleri, denizden çıkan her şey ve balık ağı. Hepsi bu aslında.

Öncelikle kafeinin zararlı olduğuna inanmıyorum. Annemin söylediğine göre ben iki yaşından beri kahve içiyorum ve kahve kaynaklı bir sorunum yok. Tabii günde on bardak kahve değil burada arkasında durduğum. Ayrıca inanılmaz fiyatlara satılan kozmetik ürünlerinin işe yaradığı fikrinde de değilim. Öyle olsa aradan geçen onca yıldan sonra hala kadınlar Osmanlı hareminin güzellik sırları peşinde olmazlardı:) Oysa o kadınların sırrı gayet basitti: saf sabun, zeytinyağ ve çeşitli baharatlar. Özellikle nane. Nane buharı kadar cilde iyi gelen başka ne olabilir ki? Ayrıca en iyi masaj yağlarının içeriğine bakın, mutlaka naneye rastlarsınız.

Süt, denizden çıkan her şey ve balık ağı ise benim kişisel tercihim. Sabah ya da akşam mutlaka bir bardak süt içilmeli diye düşünüyorum. Hatta soğuk sütün içine 1 tatlı kaşığı bal, 1 çay kaşığı zencefil ve 1 çay kaşığı tarçın karıştırırsanız depresyonu önleyici ve vücut direncini arttırıcı bir etkisi var. Süt sevmeyenler yoğurt yiyebilir. Fakat unutulmasın ki özellikle zencefil en önemli hastalıkların tedavisinde bile doktorların önerdiği bir yiyecek/baharattır. Ayrıca yaz aylarında deniz ve güneşten korumak için iyi zeytinyağ ile toz zencefili karıştırıp saçınıza sürmenizi öneririm. Benim saçlarıma benzemesi imkansız olsa da bir miktar parlayacaktır:))
Balık ağına gelince... Sağda solda satılan banyo lifleri bence fasa fiso. Hatta organik olduğu iddia edilenlerin bile durumu tartışılır. O kadar sert ve zımpara gibiler ki, bence faydadan çok zarar veriyor olabilirler. Balık ağı ise mutlaka denemeniz gereken bir banyo lifidir. Herhangi bir balıkçı teknesine gidip kullanılmayacak hale gelmiş ağ var mı sorun. Varsa mutlaka verirler.
Ağı bulduktan sonra yapacağız şey gayet basit. Tariş'in Bağdat Caddesi'ndeki satış mağazasına ya da daha fazla paranız varsa Vakko'nun sokağındaki Lush'a gidip sabununuzu seçin. Tabii dedeniz köyden yolluyorsa buna da gerek yok:))

Beğendin mi Ateş? Bak aşk ve aşkın yansımaları, kadınlar ve çocuklar hakkında yazmadım, ejderhalar hakkında da zırvalamadım. Bu sıkıcı Aralık gününde işe yarar bir yazı yazabildiysem ve sen okuyup beğendiysen ne mutlu! Hem muhasebe işi de sayende ertelenmiş oldu. Teşekkür ederim kardeşim, böylece zarları yarına salladım!


*Anneleri onlara acayip güzel taçlar yapmış, Prusya Kralı ve ben onları görünce acayip güldük! İnanılmaz tatlılardı.
**Tutku, J.W.
*** Rakı ve çikolata neyin nesi diye soracak biri varsa aranızda, cevap veriyorum: onlar ruh sağlığı/güzelliği için:)) Tüketilen miktar elbette önemli. Fazlasının zararlı olduğunu inkar edecek değilim. Meyva seçimim ise tamamen duygusal!

1 yorum:

simla müderrisoğlu olgun dedi ki...

Bir karikatür vardı...(Külkedisiyle çok hatırlarız..)
1. karede ormanda aslan,maymun, kaplan ve kurt sürekli tavşanı korkutur...ona dokunuz kaçar filan...
2. karede tavşan dayanamaz hepsine sinirle saldırmaya başlar..aslan der ki " kaçııınnn tavşan çıldırdııı!!...."

:) nedense senin yazın bana bunu hatırlattı...

Aralık ayını bense çok severim..ki her sene, bu sene de bi b*k olamadım diye içimden mırıldansam da...severim :)

Arkadaşını da anladığımı sanıyorum...madem yazmaya gerçekten bu kadar yeteneğin var..git biraz açıl demek istemiş sanırım...

:) belki....yeter bu kadar "satır aralarına sıkıştırma hayat bilgini açık açık YAZ" demek istemiştir...

hayat yüzünden çıldırmakta haklısın tavşancık...ama, insanın farkındalığı ne kadar çok ise mutlu olma yeteneği ile mutsuz olabilme yeteneği de o kadar güçlü oluyor sanırım....

sevgiler,