Rüyalarımda hep denizdeyim; kör fenerler, tonlarca su, rüzgar.... Bazen üşüyerek, titreyerek uyanıyorum. Kalkıp çorap giyiyorum gecenin bir vakti... İçimde buz gibi Kuzey Denizi var... Çalkalanıyor, hissediyorum. Ruhumu deniz tutuyor, bol bol kusuyorum! Yüzümü yıkayıp geri dönüyorum yatağa. Sanırım yelkene çıkma zamanım geldi. Gece seyri yapmak istiyorum; kendi iç denizlerimde ve Propontis'in karanlık sularında. Günlerce gitmek... Rüzgar, su, karanlık ve Bach. Yüzmek istiyorum; canımı yakan "isimsiz"in kanında ve Myndos limanında! Düşünmekten çok yoruldum, bir an evvel şehir dışına çıkmak istiyorum. Bir tek Bach gelsin benimle. İkimiz Sapanca'ya gidelim!
Dün Cağaoloğlu'ndaki kitapçıda klasik turumuzu atarken "İntiharın Tarihçesi" diye bir kitap gördüm. İçimden almak geldi, sonra manasız buldum. Bana lazım olan "İnadına Yaşamak Sanatı"adlı bir kitap! Yok mu? Yazayım o zaman:)) Doktoraya başlamadan evvel antreman olur!
Blog yazmaktan da fena halde sıkıldım. Kafesdeki kanaryalar gibi kendi kendime konuşuyorum sanki... Elbette dostlarımın, kuzenimin, onun arkadaşlarının, kardeşimin, kardeşimin arkadaşlarının ve hatta hiç tanımadığım birilerinin yazdıklarımı okuyor olması hoşuma gidiyor ama, nedense yetmez oldu... Demek istediklerimi diyemez oldum, sanki görünmez bir şey tarafından kısıtlanıyorum. İçimden deli saçması, saçma sapık şeyler yazmak geliyor ama kuzen arkadaşlarına rezil olmasın, "kızım ne biçim ablan varmış senin" demesinler ya da blogumu okuyan eski sevgililer yazdıklarımı görüp "zaten biraz fazla düşünüyordu, sonunda çizgiyi geçti" diyerek sevinmesinler adına, duruyorum! Sanki b.k var duracak. Bana ne ya, ne düşünürlerse düşünsünler, çok umurumda olsa beni arayabilecekleri bir açık kapı bırakırdım. Oysa topunu gömdüm! Yaralı sevmem ben; iyileşmeyen yaralardan akan iltihap midemi bulandırır.
Kapatacağım bu blogu ve başka bir yerde saklamaya devam edeceğim yazdıklarımı. Amacından saptı yazmak eylemi. Bana duvarlar örülecekti kelimelerle... Kendi kulemde yazıp, bazı dostlarıma baykuşumla gönderecektim hikayelerimi... Saçlarımı sarkıtıp sevgilimi alacaktım kuleye... Peh! Nerede o cesarette adam! Bu ayrı bir yazı konusu...
Sonra blog adresi elden ele gezmeye başladı, kendimi bu işten maaş alıyormuş gibi hissettim. Daraldım. Yazmak istemezken bile ekrana kilitlendi bakışlarım. Şimdi herkes beni seyrederken çalışamıyorum. S.Y.'ye söz vermiştim fakat bu gözetlenme duygusu samimiyetimi baltalıyor. Soyunamıyorum, özgür hissedemiyorum yazarken. Paltomu çıkarttım ve durdum. Hani yazarken dürüst olacaktım? Koca bir yalancı olma yolunda büyük büyük lokmalar alıyorum klavyeden... Üzülüyorum. Oysa tam hissettiğim ve düşündüğüm gibi yani çırılçıplak yazacaktım.
Hiç kolay değilmiş. Elalem ne der derdinden sıyrılmak, bir gecede olmuyormuş... Ya da oluyordur da ben daha o geceye gelememişimdir. Acaba gelebilecek miyim? Aslında bazı yazılarda başarır gibiydim...
Kararlar:
Blogda samimi bulduğum yazılarımı, içinde gerçekten etten ve kandan bir ben olanları tekrar tekrar okuyarak, o ruhu yakalamaya çalışacağım...
Gece seyri yapacağım, daha çok denize çıkacağım.
Sapanca'ya gideceğim, evin damına çıkıp gölü seyredeceğim. Bu kez kahvem de olacak:))
Saçlarımı kestireceğim. Kuleye çıkmak isteyen buyursun bir çare üretsin!
Masal yazmak konusunda ciddi ciddi çalışacağım. Eda'nın doğumgününe kadar mutlaka bir masal yazmam lazım.
Aldığım dört kilodan yeni yıl gelmeden kurtulacağım, her şey Ramazan'ın suçu!! (çok Brigitte bir durum ama yaş 35:)).
Sanat ve tarih okumalarına yeniden başlayacağım.
Dinçer'in birlikte kitap yazalım teklifini kabul edeceğim (Dinçer'ciğim hayırlı olsun bize:)).
Yetmez mi?
Çok güzel bir ay var dışarıda, eğer Ebru'nun söyledikleri doğruysa ve Maya takvimine göre zaman algımızın bozulmuş olması normal ise çok sevineceğim. Bu benim de hala normal olduğum anlamına gelir. Hem Babilli kardeşlerimize de diş bilememe gerek kalmaz. Belki geceleri dişlerimi sıkarak uyumamın nedeni Babillilere olan öfkemdir?
5 yorum:
buradan değilse de parmaklarından ve kalbinden dökülen sözcükleri bir türlü başka yerlerden okuyabileceğim, bu şanslılardan biri olabileceğim umuduyla şimdilik kulenin kapılarını kapamana yazıklanmıyorum ve kararına saygı duyuyorum :) ama saçlarını kestirirsen, bunu yaparsan ben külkedisi sanırım sen rapunzele ilk kez kızarım...saçlarını toplarsın, olur biter!...:) kuleye çıkamayan çıkmayan ahmaklara nanik yaparsın, olur biter...ama saçlarının suçu ne??? senin içindeki cevherin suçu ne???
daha sağduyulu olabiliriz, yorulup dinlenebiliriz, saçmalayabiliriz, bence delirebiliriz bile...ama bizi biz yapan şeylere tutunarak bulamazsak kendi içdenizlerimizde yolumuzu, başka türlü hepten kayboluruz..ortalık kayıp ruh doluyken bence çok saçma!...
ayrıca bütün bunları kime diyorum??? sen iyileşeceğim diyorsun zaten :)))
ohoooo,iyi ki gözlerim kapandı 2 gün, hemen döktürmüşsün ben de kaçırmışım.... Seni ben deşifre ettim millete.. şimdi suçlu hissettim kendimi rapunzelim... yalansız yazdıkların benim yüzümden sektelerle bölündü d...
saçlarını hele bir kestir, kafana tavşan kulakları takmazsam...nasıl kıyasrsın onlara... evet roman yazmalısın Dinçer ile belki de... Dinçer..selam...ben jale...
veeeee.... blogundan vaz cayma kırmızı duygu yumağım... derslerimde en çok seni kayıracağım sözzzzzz.... valla sözlerin en sözü...
Kimi sıkılır karanlıktan, bıkar... kimi korkar karanlığın örtüsünden...
"bu ne demek ya?" deme lütfen. Çok açık.
Blog'un kapanmasindan ziyade, blog olmaktan cikip, ilk yazmaya basladigin zamanlardaki gibi masallara, oykulere, gercek hayali kahramanlarin maceralarina birakirsa kendini belki de guzel bir rutine donusmus fortunata okumalarini da kurtarabiliriz. Kendini acikta hissetmenin sebebini anliyorum ama masallarla orecektik etrafini senin, yazilarla degil, anlasma sartlarimizi yanlis hatirliyorsun. Tekne fotograflari koymussun. Cok guzeller. Benimkiler nerede? Birakma, ara ver. Dama cik, saclarini kestir, orguyu sakla, bir kismini ayir, sevdiklerine dagit, defter arasinda dilekler adayarak saklansin tutamlar. Sonra gel geri, yaz ne geldiyse. Sevgiler canim benim.
Sevgili Külkedisi,
Paniğe gerek yok, biraz Ay yüzünden hassaslaştım galiba.. Zaten Pilatescadısı bu sabah öyle bir azarladı ki saçlarımı asla kesemeyeceğim. Marquez'in öyküsündeki kız gibi, muhtemelen mezarda bile uzamaya devam edecekler:)) İyi ki varsınız...Eşşek gibi şanslıyım ben!
Sevgili Pilatescadısı,
Bu sabah ders harikaydı,teşekkür ederim... Çok özlemiş seni kaslarım, özellikle kalp kaslarım:))
No More Virgilius,
O pek sevdiğimiz Latince de güzel bir cümle vardır ve aslında Türkçe mealidir benim seninle paylaşmak istediğim: "Kader yeryüzünün tanrıçasıdır".
Bana böyle bir hatırlatma yaptıysan eğer "sıkılmak ve korkmak" üzerine vardır sebebi...
Önemli Not: Romalılar kader ve şans için aynı kelimeyi kullanırlardı, bunu atlamayalım lütfen.
Susila...
Seni şimdiden çok özledim...Bu gece bloga koyacağım fotografımızı:))
Yorum Gönder