Herkesin kendince S.O.S sinyalleri var; "Seni seviyorum" cümlesini her hafta başka bir kadına/erkeğe yinelemek - aslında gerçekten onu sevmek istemek ve başaramamak - ... En dip kutulardan birini açıp, eski sevgiliye - bencilce - kalp masajı yaparak onun nefesinde hayat bulmaya çalışmak... O şehirden diğerine kaçmak - ve çaresizce kendine yakalanmak! - ... Hobilere sığınmak... Kendini çocuklarına adamak; hayatın duvarına fedakarlık resimleri çizmek... İşkolik olmak... "İntihar edeceğim" diyerek ilgi çekmeye çalışmak... "Ne yapacaksın benden sonra?" bakışıyla karşısındakinin sınırlarını zorlamak...
Benim S.O.S sinyalim ne? Bilmem, mutlaka vardır ama şimdi düşününce aklıma gelmedi. Belki de yazmak. Ben açık açık söylüyorum aslında, T. Korkut'un dediği gibi kendi çapımda "iç dökümü edebiyatı" yapıyorum. Sanki günlüğümü bilerek ortalarda bırakıyorum ve okuduğunuzda mahçup oluyorum:)) Oyun oynuyorum. Yani biri beni kelimelerin arasında yakalasın diye avaz avaz yazıyorum. Neyse ki çok şanslıyım, gerçekten birileri beni duyuyor.
Saklanarak ve saklayarak yaşamıyorum. Kimsenin yaralarından, korkularından beslenmediğim gibi uzun zamandır belden aşağı da vurmuyorum. Bu ve benzeri hazlara doydum. Şimdi güçler dengesine inanıyorum. Yani eşit koşullara sahipken ve ellerimizde en delicisinden hançerler varken usla davranabilmek! Yavaş yavaş da olsa öğreniyorum... Bütün bu öğrenmeler, yazmalar yaşadıklarımın ve gözlemlediklerimin sonucunda gerçekleşiyor. Deri değiştirir gibi ruh hali değiştiriyorum. Durmadan "level" atlayan bir bilgisayar oyununda kalbim... Game Over!
Asıl içimi acıtan benim kadar şanslı olmayanlar... S.O.S. veren ve yardım için yanına gittiğinizde ürkek sokak kedileri gibi tıslayanlar. "Gör beni" diye elindeki feneri gözüme tutup, sonra en olmadık şekilde saklananlar... Korkmayın, ben zorla yardım etmem, zaten fazla enerjim de kalmadı harcayacak. Malum zaman kıymetli... Ortak derdimiz de bu değil mi zaten? İş işten geçmeden zamanın hakkını vermek! Şükürler olsun ki, kalbim level atlarken aklım da ona eşlik ediyor. Gün be gün "erkeklerin ödünü patlatan kadınlar sınıfı"nda pekiyi yazılıyor defterime!
Ben akıllandım; elimi uzattığımda tırmalayan sokak kedilerinden çok çektim. On hayata yetecek kadar kadar iğne oldum, dersimi aldım. Bundan sonra ancak pencereden yemek atarım onlara. Benden bu kadar! Ne kadar zeki olurlarsa olsunlar - zeka büyüleyicidir... - , gözleri ne kadar içime işlerse işlesin, yumuşacık tüylerine dokunmak için delirsem de... Yok yok aynı oyuna gelmem ben. Yardım çağrısına cevap verip, yanına yaklaştığınızda gururu acısına baskın gelen adamlardan/kadınlardan bunaldım.
Ama içindeki kuyuya bakmak yerine, başka birinin gözlerinde hayat arayanlara karşı daha anlayışlıyım. Hiç değilse deniyorlar*. Bir tek hamle için şans veriyorum. Çünkü risk almadan**kazanmanın mümkün olamayacağını biliyorum.
Son olarak, ben hiç anlayamamışımdır "boş zamanım var" ne demek? Boş zamanı olmaz insanın, olsa olsa zamanı yetmez yapmak istediklerine... Hakkını vererek yemek pişirmeye, bedeni ve ruhu temizleyen uzun banyolara, parçası olmadığımız zamanlara ve hayatlara sanat aracılığıyla yapılacak yolculuklara hep zaman lazım... Hiç bir işin, hiç bir insanın ardına saklanmamak lazım. Saklanmamak ve düşünmekten korkmamak lazım.
Düşünerek delirilmez, sınırlarda dolaşmayı sevmektir bu. Herkes patikaları ve iki yanı mağazalarla dolu caddeleri sevecek diye bir şart yok. Düşünmek ip cambazlarının, uçuk kaçık sporları tercih edenlerin, Pazar günü yürüyüşü için uçurum kenarlarını seçenlerin harcı... Ayrıca yapı meselesi bu, kaderde düşünerek tırlatmak varsa kaçamayız:))
Değişmesi gerekenler değişir, sular er geç yatağını bulur. Sadece zaman geçer bütün bunlar olurken... Ve sadece ertelemiş oluruz değişimleri... Şiirlerdeki gibi: Geç kalmış oluruz birilerine ve daha da acısı kendimize...
*Fillandiyalı besteci Jean Sibelius'un ve karısını hayatı bu konuda favorimdir. Ve de kıskançlığım!
**"Oynarsın kazanırsın, oynarsın kaybedersin, oynarsın..." J.W., TUTKU.
Benim S.O.S sinyalim ne? Bilmem, mutlaka vardır ama şimdi düşününce aklıma gelmedi. Belki de yazmak. Ben açık açık söylüyorum aslında, T. Korkut'un dediği gibi kendi çapımda "iç dökümü edebiyatı" yapıyorum. Sanki günlüğümü bilerek ortalarda bırakıyorum ve okuduğunuzda mahçup oluyorum:)) Oyun oynuyorum. Yani biri beni kelimelerin arasında yakalasın diye avaz avaz yazıyorum. Neyse ki çok şanslıyım, gerçekten birileri beni duyuyor.
Saklanarak ve saklayarak yaşamıyorum. Kimsenin yaralarından, korkularından beslenmediğim gibi uzun zamandır belden aşağı da vurmuyorum. Bu ve benzeri hazlara doydum. Şimdi güçler dengesine inanıyorum. Yani eşit koşullara sahipken ve ellerimizde en delicisinden hançerler varken usla davranabilmek! Yavaş yavaş da olsa öğreniyorum... Bütün bu öğrenmeler, yazmalar yaşadıklarımın ve gözlemlediklerimin sonucunda gerçekleşiyor. Deri değiştirir gibi ruh hali değiştiriyorum. Durmadan "level" atlayan bir bilgisayar oyununda kalbim... Game Over!
Asıl içimi acıtan benim kadar şanslı olmayanlar... S.O.S. veren ve yardım için yanına gittiğinizde ürkek sokak kedileri gibi tıslayanlar. "Gör beni" diye elindeki feneri gözüme tutup, sonra en olmadık şekilde saklananlar... Korkmayın, ben zorla yardım etmem, zaten fazla enerjim de kalmadı harcayacak. Malum zaman kıymetli... Ortak derdimiz de bu değil mi zaten? İş işten geçmeden zamanın hakkını vermek! Şükürler olsun ki, kalbim level atlarken aklım da ona eşlik ediyor. Gün be gün "erkeklerin ödünü patlatan kadınlar sınıfı"nda pekiyi yazılıyor defterime!
Ben akıllandım; elimi uzattığımda tırmalayan sokak kedilerinden çok çektim. On hayata yetecek kadar kadar iğne oldum, dersimi aldım. Bundan sonra ancak pencereden yemek atarım onlara. Benden bu kadar! Ne kadar zeki olurlarsa olsunlar - zeka büyüleyicidir... - , gözleri ne kadar içime işlerse işlesin, yumuşacık tüylerine dokunmak için delirsem de... Yok yok aynı oyuna gelmem ben. Yardım çağrısına cevap verip, yanına yaklaştığınızda gururu acısına baskın gelen adamlardan/kadınlardan bunaldım.
Ama içindeki kuyuya bakmak yerine, başka birinin gözlerinde hayat arayanlara karşı daha anlayışlıyım. Hiç değilse deniyorlar*. Bir tek hamle için şans veriyorum. Çünkü risk almadan**kazanmanın mümkün olamayacağını biliyorum.
Son olarak, ben hiç anlayamamışımdır "boş zamanım var" ne demek? Boş zamanı olmaz insanın, olsa olsa zamanı yetmez yapmak istediklerine... Hakkını vererek yemek pişirmeye, bedeni ve ruhu temizleyen uzun banyolara, parçası olmadığımız zamanlara ve hayatlara sanat aracılığıyla yapılacak yolculuklara hep zaman lazım... Hiç bir işin, hiç bir insanın ardına saklanmamak lazım. Saklanmamak ve düşünmekten korkmamak lazım.
Düşünerek delirilmez, sınırlarda dolaşmayı sevmektir bu. Herkes patikaları ve iki yanı mağazalarla dolu caddeleri sevecek diye bir şart yok. Düşünmek ip cambazlarının, uçuk kaçık sporları tercih edenlerin, Pazar günü yürüyüşü için uçurum kenarlarını seçenlerin harcı... Ayrıca yapı meselesi bu, kaderde düşünerek tırlatmak varsa kaçamayız:))
Değişmesi gerekenler değişir, sular er geç yatağını bulur. Sadece zaman geçer bütün bunlar olurken... Ve sadece ertelemiş oluruz değişimleri... Şiirlerdeki gibi: Geç kalmış oluruz birilerine ve daha da acısı kendimize...
*Fillandiyalı besteci Jean Sibelius'un ve karısını hayatı bu konuda favorimdir. Ve de kıskançlığım!
**"Oynarsın kazanırsın, oynarsın kaybedersin, oynarsın..." J.W., TUTKU.
2 yorum:
aslında yazı baştan sona, "ertelemek" üzerine muhteşem bir yazı gibi geldi bana..:) ilk paragraftaki S.O.S sinyalleri sözcüğü yerine "erteleme taktikleri" koydum :) hepimizin zaman zaman, kimimizin bir ömür yaptığı birşey...kaçmak...ama "şu an"dan kaçmak, aslında hiç yaşamamak demek...:(
sen, ipucu veriyorsun. bu, karşındakine yardım etmek istemek demek. dolayısıyla kendine de...keşke herkes bu oyuna katılsa ve eğlenebilse...
değişime direnmeyi, bazen, arabanın frenlerine asılmak gibi algılıyorum ben...en kötü kazalar, böyle panikle veya zaman içinde reflekse dönüşen karşı koymalarla arabanın frenine sonuna dek basınca başımıza geliyor. tepetaklak oluyoruz. ama işte..bu da oluyor :) olmuyor değil...iyi bir sürücü olmak, aslında ömür boyu sürecek bir çaba...
neyse! biz tibet ayinlerine başlayalım :) sağlam kafa sağlam vücutta bulunur...hayat beklemiyor...biz neyi niye bekliyoruz...kendime sorup sorup durduğum soru bu....
:)
Evet evet, ne varsa doğuda var:))
Yorum Gönder