22 Eylül 2008 Pazartesi

Misafir.

"Bu gece sizde kalabilir miyim?" diyor dünyalar güzeli bir erkek çocuk komşu teyzesine. Komşu teyze yüzünde allak bullak olmuş bir ifadeyle onu içeri alıyor...

Sonra komşu teyzenin yüzü kayboluyor ve kendi yüzümü görüyorum. Elini tuttuğum çocukla beraber yavaş yavaş merdivenlerden yukarı çıkmaya başlıyoruz. Karnı aç mı diye soruyorum. Değil. Ona güzel bir banyo yapalım ve uyu istersen diyorum. Usulca "peki" diyor. Suratımdaki ifadeyi kontrol etmeye çalışıyorum; onu utandıracak ya da daha fazla yaralayacak bir tek mimik olmamalı yüzümde. Sıkı sıkı tutuyorum elini, hatta çok mu sıkıyorum diye endişeleniyorum.

Banyo hazır. Bana iyi geldiği için ona da iyi gelir umuduyla portakallı bir banyo köpüğüyle dolduruyorum küveti. Henüz yedi yaşında ama soyunurken ona yardım etmemeden biraz rahatsız. Belki de ilk annesi dışında birinin yanında çıkartıyor giysilerini. Zor durumda kalıyorum, yüzüne baksam olmayacak, elbiselere baksam o da olmayacak. Baştan savar gibi hızlı hızlı da soymak istemiyorum. Ellerimin ve yüreğimin titremesini gizlemeye çalışıyorum. İkimiz de çok iyi biliyoruz yabancıların önünde çıplak kalmanın zorluğunu; ha bedenimiz çırılçıplak ha ruhumuz.

Köpüklerin arasında kayboluyor küçücük bedeni. Biraz daha rahatlamış gibi. Yüzünün azıcık gevşediğini görmek beni sevindiriyor. Gözündeki morluk için ne yapmalı diye düşünüyorum. Hiç gözüm morarmadı ki bileyim. Ben genelde tüm yumrukları kalbime yedim. Gerçi onun bile nasıl iyileştirileceğini hala öğrenemedim ya, neyse.

Biraz buz koyarız, ardından ağrıyı alsın diye Bephanten süreyim diye düşünüyorum. Kocaman yeşil bir havluyla kucaklıyorum onu, gözüm ayak tırnaklarına ilişiyor. Uzamışlar ve çok pisler. Bir anne bunu nasıl görmez aklım almıyor. Yine de boşveriyorum, onu tam da biraz sakinleşmişken böyle bir detayla huzursuz etmek istemiyorum.

Bir kez daha aynı utangaç sahneyi yaşamamak için, gümseyerek: "Hadi, sen kurulan ve giyin, ben de ikimize süt hazırlayayım" diyorum. Başıyla onaylıyor. Mutfağa inip süt ısıtıyorum. Kendi çocukluğumdaki en önemli detaylardan biridir süt. Süt içmezsem uyuyamam. Hala uyuyamam. Az da olsa içmem lazım. Henüz okula gitmediğim zamanlarda bir gece uykumun arasında süt diye ağlayarak uyanmışım. Annem ve babam evde süt olmadığını görünce ne yapacaklarını bilememişler ve sonra bana ılık su vermişler! İçip, uyumaya devam etmişim. Bu hikayeyi geçen hafta anlattı annem, çok güldük. Sütü ısıtırken aklıma geldi, kendi kendime güldüm.

Elimde bardaklarla yukarı çıktım. Yatağın kenarında öylece duruyordu. Saçlarını kurutmadığımızı farkettim. Banyodan fön makinesini getirdim. Saç kurutma işimiz çok kısa sürdü; incecik, kuş tüyü gibiydi saçları. Sonra onu yatağa çıkartıp, pikeyi dizlerine kadar örttüm. Böyle bir sahne için ruhunu satacak hale gelen ben, onu bu duruma getiren anneyi anlamaya çalıştım. Anlayamadım.

Yüz yüze oturduk yatakta, birbirimizin gözlerinin içine bakarak küçük yudumlar aldık bardaklarımızdan. "Bana bir masal anlatır mısın?" dedi. "Annem bana hiç anlatmaz, sadece bir kez babam anlatmıştı, istersen ben de sana onu anlatırım." Bardağı elinden aldım, yanına uzandım. Kardeşimin ve benim onun yaşlarındayken en çok hoşlandığımız şekilde saçlarını okşamaya başladım. Gerilmemeye ve ağlamamaya çalışıyordum ama hiç kolay değildi. Bütün dikkatimi onun minicik kalbine ve aramızdaki iletişime yoğunlaştırmaya çalıştım. Bu gece gözyaşı ve keder olmamalıydı. O benim misafirimdi.

Ona hangi masalı anlatmalıyım diye uzun uzun düşünüp, prova yapacak vaktim yoktu. Ben de en sevdiğim masal olan Rapunzel'i mi ister yoksa Küçük Kara Balık'ın* maceralarını mı dinlemeyi tercih eder diye sordum. "İkisi de" dedi. "Peki" dedim, o kadar uzun vaktimiz olmadığını bile bile peki dedim... Ve başladım Rapunzel'i anlatmaya:

"Çok uzak ve çok güzel bir ülkede, birbirlerini çok seven ve sahip oldukları herşey için yaratıcıya şükreden iyi kalpli bir çiftçi ve karısı yaşarmış. Hayattaki en büyük dilekleri bir bebekleri olmasıymış... Ve cesur prens, Rapunzel'in saçlarına tutunarak kuleye tırmanır. O kuleye çıkana kadar, kötü kalpli cadının döndüğünü zanneden Rapunzel, pencerenin pervazında prensi görünce korkar: "Kimsiniz? Benden ne istiyorsunuz?". Prens ona kabusun sona erdiğini, onu anne ve babasına götüreceğini, sonra kendisi de kabul ederse saraya gidip orada uzun yıllar mutlu yaşayabileceklerini anlatır. Daha prensin sözü bitmeden cadı gelir... "

Uyudu, oysa masalın sonunu duymasını isterdim... Bu benim en sevdiğimdi, kulaklarımdaki ilk masal... Belki de ihtiyacı olan masal değil, ona masal anlatan biri olduğunu bilerek derin bir uykuya dalmaktı... Ona masalın sonunu anlatmak için fırsatım olmayacaktı besbelli. "Hadi uyan bak masalın sonunda iyi şeyler olacak ve o zaman daha güzel rüyalar görebilrsin uykunda" diyemezdim. Yaralı bir çocuktu o, yorgundu. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Dinlendi. Masalın sonuna ihtiyacı olsaydı zaten uyumazdı. Tekrar bir çocuk gibi düşünmeye çalıştım, onun gibi düşünmeye çalıştım... Anımsayamadım.

Neden sonra aklıma geldi ve annesini aradım. Bende kaldığını ve gayet iyi olduğunu söyledim. Karşı taraftaki ses endişeli ve sevecendi. Sanki bana misafir olarak gelmişti bu küçücük çocuk. Sevginin binbir şekli vardı ve ben hepsini anlayamazdım... İyi geceler dileyerek kapattım telefonu. Kitaplığıma doğru yürüdüm, sayfaları darmadağın olmuş masal kitaplarıma baktım. Okumaktan lime lime olmuştu masallar... Küçük Kara Balık'ı buldum. Sabah ona verecektim. Yoksa bayram hediyesi olarak mı verseydim? Evet evet, böylesi daha uygun olurdu.

Odama döndüm, kendi masalım ve masalımın sonu hakkında düşündüm. Misafirimle aramızdaki benzerlikleri şaşırarak gördüm. Ruhumu portakallı köpüklerde dinlendiren, elimi tutup yatağıma yatıran ve kalbime merhem süren tüm dostlar için şükrettim. Fakat bu minnettarlık anı benim masalımdaki prensin kuleye çıkamamış -ya da çıkmamış - olduğu gerçeğini azaltmadı... Kalbimdeki morluk sızladı, alıp elime baktım, neredeyse iyileşmek üzereydi. Ama uykumu kaçırdı bu gereksiz hatırlama.

Kalktım ve küçük misafirimin odasına gittim, mışıl mışıl uyuyordu. Yavaşça saçlarını okşadım ve o hiç duymayacak olsa bile, yüreğine fısıldadım masalın sonunu. Her çocuk en az bir masal hakeder. Misafirim de bu evden cebinde en az bir masalla çıkmalıydı...


*Samed Behrengi, Küçük Kara Balık....

Hiç yorum yok: