Doğar doğmaz bize biçilen elbise sadece bir zıbın değil, aynı zamanda kaderimiz de oluyor biraz. Sonra sonra bazılarımız "bu ne yaw", diye çıkartıp atarken, kimisi de benim gibi "giyeyim gitsin" diyor.
Bu işin bir tek doğrusu yok, ama dengenin, sabrın, umudun yittiği yer var. Ben oradayım. Yedi mahalleye dağıttığım enerjimin artık yetmediğini hissediyorum. Daha doğrusu yettirmek isteğimin kalmadığını hissediyorum. Peki ne değişti? Aslında hiçbir şey değişmedi, sadece ben görmeyi seçtim. Benim zamanıma, emeğime, enerjime, topyekun hayatıma saygısız davrananların benden esirgedikleri iletişimi, duvara karşı bırakılma halimi fark edip, tepki göstermek, daha doğrusu adımlarımı değiştirmek istedim.
Ailem. Beni yanlarında istiyorlarsa birgün de onlar sofra kursunlar, beni davet etsinler. Arasınlar, özlesinler... Hepimizi ilgilendiren bir konuya çözüm üretip, bana da sunsunlar. Olamaz mı? Olur tabii, ama önce benim fırsat vermem lazım, kendimi pas pas gibi yollarına serdiğim sürece nasıl fırsat bulup kıymet versinler ki bana?
Öğrencilerim, herhangi bir yoga merkezinde değil, benimle çalışmak istiyorlarsa ders günü ve saati için beni kovalasınlar, kendi iyiliklerini kendileri kollasınlar. Ellerini her uzattıklarında burada olmamın onlara faydası ne ki? Bir tür can simidi. Oysa engin denizlerde yüzsünler, karşılaşmalarımız derin derya olsun istiyorum. O halde duruyorum.
Boşa kürek çekme hissi veren herkesi ve her şeyi, özellikle iletişimi reddederek kendi kendine "anladım" zannedip kenara çekilenleri yollarından alıkoymayayım, selametle!
Burası durma noktam. Elbette birileri beni kışkırtmaya eski ezbere, bildik oyuna çekmeye çalışacak. Geçen akşam olduğu gibi... Ruhu ağaca asılı kalmış bir dost er geç kapımı çalacak. Git demem ki, demeyeceğim. Ama ben ağacın altına gidip, "in lütfen, bak hiç iyi değil bu yaptığın" diye dil dökmeyeceğim.
Kendimi beğendirmeye çalışmaktan, sevgi dilenciliği yapmaktan yorgunum. Her derdi olana koşmaktan bittim. Kıymetimin dışarıdan belirlenmesini reddediyorum. İyi kalpli bir insanım ben ve bu beni kusursuz kılmıyor. Kusurlarını gören, kendini törpülemeye niyet eden iyi kalpli biriyim. İçimdeki cevheri biliyorum. Bunu parlatmak için kimseye ihtiyacım yok. Bildiğim, sevdiğim, içinde mutlu olduğum yolu daha da inançla yürüyeceğim. Yoga dersleri vermeye devam, yazmaya, seyahat etmeye ve kendime iyi bakmaya tam gaz devam. En iyi dostu olacağım kendimin :)
Beni üzülmüş, hayal kırıklığına uğramış, yaralanmış görmeye dayanamayanlara da bir çift lafım var: "benim bir ölümüm sizin beş hayatınız eder!"
Hani ödünüz patlıyor ya ben yerle bir olunca, boşuna dert etmeyin, olduğunuz yerden ah vah da etmeyin. Sizlerin içi çürüyen ağaçlara benzeyen hayatlarınıza inat, fırtına takvimlerinden zerre kadar korkmam ben. İçine doğduğum şey beni kollar, tüm ağaçlar köklerinden çıksa, orman dümdüz olsa da benim hayatımda hep kuşlar cıvıldar. Döngülere inancım tam benim, siz, inanmakta zorlananlar, kendi halinize üzülün bence. Bizim buralar dün kıştı, bugün ilkbahar, kısmetse yarın yaz. Ya oralar? Sonsuz bir sonbahardan seslenmeyin bana, hiç anlamı yok.
Mardin'e uçak bileti aldım. Mezopotamya Ovası'nda oturmak, yıldızları seyretmek en büyük hayallerimden biriydi. Bir Şahmaranım olsun istiyorum. Dara'nın sokaklarında gezmek, ovanın uçsuz bucaksız renklerine bakmak.
Sonra mı? Bilmem, döner dönmez bir başka uçak bileti daha alırım muhtemelen. Arada İznik'e giderim. Belki bi Ayvalık? Kısmet. Yazar mıyım? Tabii yazarım, uçup gitsin mi gördüklerim, duyduklarım?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder