1 Aralık 2020 Salı

EVVEL ERBAY'IN FASLİ ŞITA*




Geçen sene Ayşe öldü. Ekim'di. Yazmış mıydım? Hiç hatırlamıyorum. Bence yazmamış, kaçmışımdır. Genelde öyle yaparım. Biri ölmüşse, kederden delirmeyeyim diye ya acımı yok sayarım, ya da ardıma bakmadan arazi olurum. 

Ayşe'nin öldüğü gün- üzerine basa basa öldüğü diyeyim de aklıma, fikrime, girsin!- ben kalktım arkadaşımın kızının Luna Park davetini kabul ettim. Ayşe morgda yatıyordu, onun için yapabileceğim bir şey kalmamıştı. Ama İdil yedi yaşındaydı ve ben doğum gününün tek davetlisiydim. Gitmem gerekiyordu, gitmek istiyordum. 

Gittim.

Floransa'daki atlı kararıncayı anımsadım. Binmemiştim. Annem ve kardeşim gibi ben de neşelenmekte tutuğumdur. Oysa ne vardı binseydim? Avrupa'nın ortasında, kimse beni bilmez, ben kimseyi bilmem. Gerçi beni burada da pek bilen yok ya, neyse. 

O gün idil ile Luna Park'da eğlendik. Mehmet, Pelin ve İdil hala hayattaydı, birlikte gülebilir, konuşabilirdik. Hem bir yıl önce Ayşe'nin de ölebileceğini hiç tahmin etmezdik. Burgazada'da ne unutulmaz bir gün yaşamıştık... Ve şimdi İdil, Pelin ve Mehmet'le olmalıydım. Ya İdil'in başka doğum gününe katılamazsam? Bu riski alamazdım. Almadım.

Ayşe mi? O öldü.

Ayşe dev bir kadındı. Sımsıkı kucaklar, şefkatiyle her yanı turuncuya boyardı. Ayşe bir Bizans kraliçesi, İsis Mabedinden bir rahibe, şaman masallarından bir ritimdi. Ben ona baktığımda sondasını plastik torbada taşıyan hasta bir kadın değil, çölleri aşan bedevileri, Yahya ile güneşi selamlayan kavmi görüyordum.

Öyle beklenmedik yerden yakalandım ki Ayşe'ye, ökseye tutulmuş serçe gibi artık onu bırakamazdım. Hatırlamıştım.

"Hiç babasız büyümüş kız çocuğu gibi değilsin" derdi bana. Nasıl yani diye sorduğumda, "normalsin" derdi. Normal? Ben mi?

Ayşe ölene kadar, benim sesimin neşesiyle mutlu olduğunu söyledi. Ona bıraktığım sesli mesajları çok seviyordu. Hastanede refakat ettiğim gecelerde öyle çok teşekkür etti ki, utandım. "Ah kuzum kim bilir nasıl tetikliyorum senin anılarını..." derdi.. Oysa çok memnundum yanında olduğum için. Gideceğini bile bile eşlik ettim Ayşe'ye.. Her kelimemin son kelimem olma olasını tartarak konuştum. Ama kepenk indirmiştim, acıyı bir kere daha dondurdum. Bilerek yapmıyordum...

Yas tutma özürlüyüm ben. Ayşe'nin ölümüne eşlik ettim, hatta onu yıkadım pakladım ama yine de yas tutamadım. Gördüğümü inkar ediyordum. Ayşe'yi paralel evrende yaşatmaya devam ettim...

Şimdi annesi mesaj yolluyor bana. Mesajlarda sevgi sözcükleri var, mesajlarda Ayşe var. Ayşe'ye "ben normal değilim" diye bağıra ağlaya anlatma arzum var. Ama Ayşe yok.

Öldü.

Ne mi var?
Evvel erbay'ın fasli şıta.

Zero bu sabah bana böyle günaydın demiş. "Ayçiçeğim günaydın, evvel erbay'ın faslı şıta ( kış başlangıcı ) kutlu olsun."

Fırtına takviminden çıkıp mevsim döngüsüne girişim bugün o zaman. Ayşe'ye selamım, teşekkürüm olsun bu zaman. Huu
 


Hiç yorum yok: