10 Aralık 2020 Perşembe

( BENCE ) MATTA OLMAK NEDİR? VOL II

 İnci'ye...

Bugün benimle yaşıt, kıymet verdiğim bir dostumla dersteydim. Yaklaşık üç aydır düzenli çalışıyoruz. Sağolsun bizim TDY* projemizin test sürüşüne katılmayı kabul etti. 

(Bu arada parantez açarak not etmek istedim,  hiç seçici davranmadığım halde son yıllarda genellikle sanatçı ağırlıklı bir öğrenci topluluğum olduğunu gördüm. Nedense bir iki mühendis dışında, esnaf, tüccar, doktor yok aralarımızda. Bu da böyle bir gözlem. Belki benimle ilgilidir? Bilemedim. )

Takdir edersiniz ki evim standart bir stüdyo değil. Bu yüzden dostumla daha kapıdan girdiği an gülüşüp konuşmaya başlıyoruz ve hatta kedim Theodora bile onu karşılamaya geliyor. Hadi bana çikolata var çantasında da, Theo'cum, sana ne var?

P. bugün neşe ve hareket arzusuyla doluydu. Mattaki sohbetimizde bile kollarının hep yukarı, daha yukarı uzamaya çalışan halini zevkle izledim. Kulağını bana vermişti ama bedeni çoktaaan hareketin ve matta olmanın zevkine kapılmıştı bile!

Bol bol uzadık ve esnedik bugün.  Zaman zaman birbirini anımsatan ruh hallerimiz ve omurga yaşı olarak benzerliğimiz sebebiyle ona hareket serileri düşünmek bir anlamda kendim için çalışmaya benziyor. 

Özel dersin en güzel tarafı öğrencinin genel durumuna yönelik  hazırlanmak dışında, hoca konumundaki kişiye ders gün öğrencinin ruh halinde bakıp, gerekli düzenlemeleri yapma imkan veriyor olması.

P. den dersin bitimine yakın çocuk pozuna gelmesini istedim ve sırtına küçük dokunuşlarla masaj yaptım. Bu sırt masajı her yoga öğretmeni tarafından sevilen bir şey değil, fakat ben tercih ediyorum çünkü öğrencimle bağımı güçlendiriyor ve onun bedenindeki hisleri okumama yardım ediyor. İnsanın elleri bazen gözlerinden daha güvenilir.

Günün en şahane sürprizi meğer dostumun sırtındaymış desem? 

Derslere başladığımızda inanılmaz bir tümsek vardı, tam kalbinin arkasında. Hatta yıllardır yürüyüşünü yogasını hiç aksatmayan, incecik, fıstık gibi kadında bu ne diye geçiriyordum içimden. Sonra sonra sordum da aslında, çünkü uzun süre aynı pozda kalmakla, yanlış bir duruşla ilgili olabilir diye konuşarak anlamak istedim.  (Bunu başka bir zaman anlatacağım.... )

Altından bambaşka bir hikaye çıktı. Şu kalp var ya kalp.. İnsana neler ediyor neler... Onu affetmeden, onu özgürleştirmeden, ona nefes alma alanı yaratmadan ne bedene, ne ruha, ne de zihne zerre huzur yok. Dünyevi işlerin ötesine, başka alemlere kapıdır kalp... Kalp kapısı açılırsa, gerisi selamet!

Diyeceğim o ki, aramızda üç hafta önce geçen sohbette bedeninde ve işine yansıyan izlerinde gördüğü, adını koyduğu, teşhis ettiği bir his özgürleşince, sırtı ( kalbinin tam arkası ) olması gereken forma geldi!!! Çünkü o kavis bir fiziksel sıkışma değildi, tastamam ruhsal bir kilitti. Açıldı, gitti!

Elbette hayat sürerken o kapılar defalarca açılır kapanır... Ama mattaki pratiğimiz bize şunu gösterir; orada bir şey var! Ona bak, gör.

Bu sebeple matta olmak demek, hayatla bütünüyle kontakta kalmak demektir. Kendi bedeninden, duygularından, acılarından kaçarak yaşanan bir hayatın, uyurgezerlikten hiç bir farkı olamaz...YEDİĞİN YEMEĞİ UYKUDA YERSİN, YÜRÜMEK, KONUŞMAK... TÜM EYLEMLERİN SEN KATILIMCI DEĞİLMİŞSİN DE İZLEYİCİYMİŞSİN GİBİ KENDİNE YABANCILAŞARAK GERÇEKLEŞİR. Acısı ve tatlısıyla, her yaşananın bıraktığı izle güzeldir hayat. Bunları görmek, konuşmak, kelimelerin dokunamadığına gözlerimiz, ellerimizle dokunmak öyle sihirli ki... 

Not et İnci, sırt kavisi yok, üçüncü ay!

namaste


Hiç yorum yok: