Hayatımın hiç ama hiç bir döneminde "oldum ben!" demedim. Diyemedim. Çocuk Yogası Eğitimi alacağım zaman bile hocama gidip "sizce ben bu işi yapabilir miyim, hazır mıyım?" diye sordum. Amma da güvensizmişsin derseniz evet, zaman zaman tevazunun suyunu çıkartmayı, manasını aşan eğilip bükülmeleri yaptım. Ne mutlu ki an an kontrolden çıkıp, şişen egom hiç o boyuta eremedi, bir türlü "oldum!" diyemedim! Hatta oraya erene de pek sokulamadım. Bu tip insanların sevecen, hızlı samimi olan tavırları karşısında bir şey beni hep itti, adımlarımı yavaşlattı.
Şöyle bir etrafıma baktığımda her daim yaptığı işi seven, hayattaki duruşuyla öyle ya da böyle barışmış, burnu Kaf Dağı'na ya çıkmamış veya bir zamanlar çıkmışsa da şimdilerde inmiş insanlarla dostluk ediyorum. Elbette dengesiz, kendine özel ve uyuz tarafları var arkadaşlarımın. Benim de var. Ancak ve ancak sınırlarımı zorlamayan detaylar bunlar. Uyuz muyuz, yaşayıp gidiyoruz.
Ha, beni zorlayanlara gelince işte tam orada iki yüzlülük, kıskançlık, hadsizce böbürlenme, tevazudan uzak tavırlar, açık sözlülükten uzak sohbetler, çıkar yakınlaşmaları, her naneyi bilme gibi birkaç özellik var.
Bu ve buna benzer şeyler sezdiğimde artık ne içimden, ne de dışımdan "vah vah" demiyorum. Nasıl olsa bu gemide seyahat etmek zorunda değilim, "çek abi en yakın limana" diyor ve bazen "eyvallah" dahi demeden iniveriyorum. Kaptan benim gemide olmadığımı muhtemelen aylar sonra, kimbilir seyrinin kaçıncı limanında fark ediyor! Oy oy oy, iyi ki inmişim...
Şimdi, ben bu gemiden indim canım, hatta daha önce de pek çok gemiden indim. İtiraf ediyorum bazılarında "inmem de, inmem" diye ayak diredim, filikada saklandım, bir kaç seyahatte de beni gemiden attılar ama gizlice ambara girip, karanlıkta misket oynadım!
Velhasıl, biz zatınızla nicedir birlikte seyir yapmıyoruz. Sebebine gelince ruh uyuşmazlığı diyelim. Sizin, beni her daim kuşku içinde bırakan dev gülümsemeniz, asla beceremediğim - kim bilir için için kıskançlık ettiğim - esnaf tavrınız, dinlemeden savunmaya geçen bilmiş bilmiş ve fakat eksik bilgiden sürünen zekanız, dostluk kelimesinin hudutlarına yakışmayan imalarınız.. falan falan..
Ancak.. İş profesyonelliğe gelince. Biri bana sizi sorsa "işinde on numara" derim. Gerisini de kendime saklarım. Çünkü benim algım sizi böyle tanımladı. Belki bir başkası çok sevecek? Zaten pek çok hayranınız da var şükür. Bir ben eksik olsam çark dönmeyecek değil ya? Amman boşver sen yav:))
Hayatımda şimdi olmayan, yani bir sebepten görüşmediğim, bana iyi gelmediği için gemisini terk ettiğim insanlar arasında emeğine saygı duyduklarımı, onların işleri sorulduğunda överim. Benim nerede yoga öğrendiğim belli, yüz yıl da geçse de biri bana bunu sorduğunda yolculuğumun mimarı olarak Külkedisi ve Ustam anlatılır. İstanbul'un nasıl da köşe bucak biliyorsun diyene Sir ile maceramızı mutlaka söylerim. Bana Türkiye'nin en yaratıcı çiçekçisini sorsan vereceğim isim bellidir. Vesaire vesaire..
Diyeceğim o ki, zatınızı tavsiye ettiysem, bu tavsiyede profesyonelliğiniz vardı. Şahsiyetiniz değil. Zaten davranış bir barış dalı uzatmak da değildi. Takdir edilen işi, o işi arayana haber vermekti. Durduk yere elimi tırmalamış kediyi bir daha kucağıma almam ben. Evet, sokakta bin bir travması olabilir. Beni bağlamaz. İtişmem de kediyle. Yemeğini, suyunu veririm. Aklıma eserse hayrına dua bile ederim. Fakat kediden bir şey beklemem. Aslında hepsi bu.
Hiç bir konuda profesyonel olamayan ben, baktım neşem, sağlığım gidiyor, kendimi korumakta artık profesyonelim zannımca.
Ne dersin olmuş muyum?
1 yorum:
Evet, oldun demek de bir makam iddiası sanırım, fekat kanatimce,kendimce tevazuda ayak direyenin de olmuş bir yanı olmalı :))
Yorum Gönder