3 Mayıs 2009 Pazar

Baadet-i Bacar Bücür.

Bu akşam içim bacar bücür.... Havadan mıdır, sudan mıdır bilemedim ama dolu dolu geçen üç günün sonunda eve dönmek ( evet evet, eve dönmek dedim:)) çok iyi geldi. Evde olmak da çok iyi gelmişti aslında. Sanırım daha doğrusu şöyle olacaktı; ben bendeyken, her yer iyi geldi!

Annem elli dokuz yaşına girdi Cuma günü. Hala o kadar güzel ki... Sıralı gelecek bir ölümde, ardı sıra kalacak olmak şimdiden aklımı sınıra getiriyor.

Cuma öğleden sonra sırtımda çantam, elimde leylaklarla eve doğru yürüken, içim bütün bu düşüncelerle doluydu... Güneş gözlüğümün altından ılık ılık sızıyordu yaşlar. Asansörden güç bela indim ve kendimi annemin kolların attım. Elimde anne çiçekleri*, yüzüm gözüm yaş içinde antrede kala kaldık annemle. Onu kaybetme korkusuna içim katıldı. Ağlaşma faslımız bitince yemek yedik, kahvemizi içtik. Ona Kapadokya maceralarımı anlattım. Blogda yazdığım yazıların çıktısını verdim. Sonra odama gidip uyudum biraz.

Kalanı çok güzel geçti günün. Kızlarla parkta inanılmaz eğlendik. Leyla'nın motoruyla hız yapması, Eda'nın papatyaların arasında sihirli çiçek avına çıkması gerçekten seyirlikti. Sihirli çiçekleri üflemek ne kadar eski bir anıydı...
Park erguvanlar, menekşeler ve lalelerle tam bir cümbüş yeri gibiydi.. Bu güzel çiçeklerin arasından geçmek bana çok iyi geldi. Hatta elimizde iki küçük çocuk olmasına rağmen, göz göre göre yağmurda ıslandık! Ve bütün bu eğlenceden sonra evimize dönüp mis gibi bahar yağmurunu dinleyerek şaraplarımızı içtik. Semra Ablanın kanseri yenişini kutladık! Hayat bacar bücürdü işte!

Ertesi sabah erkenden yollara döküldük. Kuzguncuk için haftalardır sabırsızlanan ben, nihayet erguvanlarıma ve Çınaraltı'nın lezzetli kahvaltısına kavuştum. Yanımda dostlarımın ve iki küçük prensesin olması da yukarıdakinin kıyağıydı şüphesiz. Kendisine teşkkür ettim:))

Agi ve Barones çok güzel görünüyorlardı. Kızlar mutluydu. Her yere saçılan oyuncaklarımıza hiç kızmadı garson abiler. Çay ocağının kıyısında mutlu mutlu kahvaltı ettik. Geçen yıl bu zamanlar E.S ile yaptığımız kahvaltıyı, Külkedisi ile burada içtiğimiz ilk çayı düşündüm. Her zaman seveceğim ilk on arasındaydı Kuzguncuk... Özellikle erguvan mevsiminde.

Altuğ hepmize gerçek bir baba gibi davrandı o sabah. Bir kez daha büyüdüğümüzü fark ettim... Ne bacar bücür bir şey idi büyümek!

Eve dönmek için kalktığımızda gözüm kıyıya takıldı. Buraya en son gelişimi hatırladım... İki kayık vardı denizde, yan yana duran. Ama bu defa bank boştu. Fotoğrafını çektim yokluğumuzun... Boşluğumuzun... Sonra Leyla'yı kucaklayarak çarşının renklerine karıştım. Elvan renkli demek!

Arabada dönerken, olmadık konulara daldık hayat ve ölüm hakkında. Geleneklerden, unutulan adetlerin içimizi nasıl boşalttığından bahsettik... Biz bütün bu cümleler arasında kaybolmuşken, Leyla araba koltuğunda sızmışken, Eda: "bacar bücür" dedi aniden. Anlayamadık tabii. Hemen sorduk: " macar bücür mü?" diye. Ama yok, değil. Şöyle dedi Eda gayet emin bir şekilde: "baadet- i bacar bücür!"
Yüzünde bir ifade yoktu. Üsküdar'a bakmış ve hiç tereddüt etmeden pat diye söyleyivermişti bu cümleyi. Sahi bu bir cümle miydi? Yoksa bilmediğimiz bir dilde zincirleme tamlama mı? Ne önemi vardı, bir şey baadet- i bacar bücürdü işte!
Bu benim tam aradığım şey olmalıydı. Çok mutluyum, içim içime sığmıyor, ne diyeceğim? İşte sana cümle! Çok mutsuzum? Çok karışığım? Trafik berbat! Evet evet hepsi için baadet-i bacar bücür denilebilir!
Dolu dolu geçen çok güzel üç günün ardından içim baadet-i bacar bücür... Hayatım baadet-i bacar bücür, hayallerim .... Ben... Her şey ve herkes bacar bücür işte! Uzun etmeyelim!

* Annem çok küçükken annesinin mezarındaki çiçeklerin adını sormuş anneannesine... O da "anne çiçeği" demiş. Leylaklar annem için anne çiçeğidir...







Hiç yorum yok: