25 Mart 2009 Çarşamba

Serzeniş.

Blog dünyası garip bir yermiş doğrusu. Ben sadece yazı yazmak için kullanılan bir mecra olduğunu düşünürken, son haftalarda pek çok farklı amaca hizmet ettiğini anladım...
Zırvaladıklarımı ilk günden itibaren okuyan sadık dostlarım - ki onlar daha evvel de maillerime maruz kalan bir kitle idi:))- gayet iyi bilirler ki, ben sadece ve sadece yazdıklarımı başkalarıyla paylaşma egzersizleri için buradayım. Bana bu başlangıç için ilham ve destek verenler de malum: Nihal Hala, Külkedisi ve S. Yemni. Açıkcası bu yüreklendirmeye gerçekten minnettarım. Üstelik bakıyorum da, gittikçe daha rahat ifade eder oldum kendimi. Düşünmeden ve düzeltmeden yazmak, yerini kurguya ve her okuduğunda bir kaç gözden kaçan imlayı, yersiz kullanılmış kelimeyi yakalamaya bıraktı. Benim cephemden bakınca blog misyonunu çoktaaaan tamamladı. Aslında bir diğer basamağa sıçramaya hazırım. Yani en azından ruhen:)

Gel gör ki, acayip bir bağlılık da oluşturdu bende. Neredeyse artık deftere yazamaz oldum. Eskiden cümlelerini köşe bucak saklayan ben, şimdi değil saklamak, işlediği cinayetler için sağa sola ip uçları saçan bir seri katil gibiyim yazmaya başlayınca!

Bu anlattıklarım kimseyi korkutmasın lütfen, hiç cinayet işlemedim. Hatta düşünmedim bile. Tamam Hannibal'dan inanılmaz derecede etkilendiğimi kabul ediyorum ama adam ne yapsın, çok geçerli sebepleri vardı! Üstelik ne şahane bir aşk hikayesi izlemiştim orada. Neden böyle zeki ve entellektüel düzeyi yüksek bir adam yok bizim mahallede?* Of Ya!

Aslınsa benim söylemeye çalıştığım bambaşka bir şey. Daha çok gelen yorumlar hakkında.. Biliyorum ki, blogda yazdıklarım pek çok insanda cevap verme arzusu yaratıyor. Elbette bu benim için çok değerli, zaten paylaşmak için yazıyorum ve yorumların her birini büyük bir keyifle okuyorum. Özellikle gezi yazılarına, yoga deneyimlerine ve masallara gelen yorumlara bayılıyorum. Ama iş, yazıdan çıkıp bana akıl vermeye ya da analiz etmeye gelince bazen kafam karışıyor. Ölçüyü mü kaçırıyorum diye düşünüyorum. Yazarken genellikle - aslında neredeyse daima - birinci tekil şahıs kullanmam acaba insanlara hakkımda fikir yürütmek ve dahası yorum yapmak özgürlüğü mü sağlıyor? Öyle mi?**
Bütün bu soruların dışında elbette yazı üzerinden tanışmak inanılmaz değerli bir şey. Bazen hiç tanımadığım birine, bazen de hiç tanımadığım bir ruh halime yazıyorum burada. Her yazdığım ben değil, her yazdığım o an değil. Hiç umulmadık bir zamanda geçmişten gelen bir görüntüye, gece huzurumu kaçıran hain bir rüyaya da aynı samimiyetle yazabiliyorum. Ama nihayetinde "yazı" bu; hem çok gerçek, hem de çok akıldışı!

Bırakılan yorumlar "ben" üzerinden değil, yazı ( konu, imla, edebiyat, fikir...) üzerinden giderse inanın çok mutlu olacağım. Çünkü o zaman blog, benim için yeniden bir anlam ifade edecek. Aksi durumda yazdıklarımı değil, kendimi mercek altında hissetmek hiç huzurlu bir durum değil. Bu huzursuzluk en sevdiğim şeyi; düşündüğümü, hissettiğimi, anımsadığımı ve hatta hayal ettiğimi istediğimce anlatabilme halimi korkutuyor.. Oysa ben korkularına savaş açmış biri olarak şu an, en çok cesur kalmaya ihtiyaç duyuyorum.

"Amma konuştun, eğer bu denli laf edeceksen, yoruma kapat gitsin!" diyenler varsa, onlarla aynı fikirde olmadığımı da eklemek isterim. Yoruma kapatırsam, ya da beğenmediğim yorumları yayınlamazsam kim inanır bana? Ben bile inanmazken!

Maviay, Disegno, Külkedisi (Kelebeklerözgürdür), Virgilius, Arzupınar, Kali, Burcu ve Yasemin... gibi önceden tanıdığım ya da yazı üzerinden sohbet ettiğim, bloglarını okumaktan haz aldığım arkadaş ve dostlarımı bütün bu söylediklerimin dışında tutmak isterim. Zaten yorumlara bakma zahmetine katlananlar, bu saydığım isimlerle çok daha farklı bir noktada olduğumu görecekler.

Unutmadan Pilatescadısı'ndan yorumlarını yayınlayamadığım için özür diliyorum.. Maalesef çok fazla "özel" olmuşlar:)) Onları bana mail olarak atarsa harika olur! Ayrıca yorumlarının yayınlanmaması için dip not bırakanlar da endişelenmesinler lütfen, aksi istenmedikçe yayınlamayacağım:)

Ve son olarak gezegenin acayip acayip noktalarından, özellikle Amerika, Londra ve Almanya'dan bloguma girip, bütün haberleri oradan alıp, bana da mail dahi atmayan çekirgelere de sürprizlerim var! İlk kurbanım Mehmetus olup, korkmalısınız sevgili Lilith, Özgür ve Küçük İnsan! Bana mail yazmamak neymiş görürsünüz!
*Rahmetli Cihat Burak komşumuz idi ama çok yaşlıydı...Mustafa Pilevneli hala komşumuz ama O da çok yaşlı! Bir de Mehmet Amca ( Mehmet Eyüboğlu ) var ki; evli ve üstelik karısına çok aşık!!
** Eğer öyleyse açık açık söylemelisiniz. Çünkü ben de J.W.'yi taciz etmek ve yazdığı her satırın hesabını sormak arzusu içindeyim. Ve bu isteğimi bastırmakta güçlük çekiyorum!!

2 yorum:

Brajeshwari dedi ki...

Yazının ne kadar samimi olduğunu hissettim.Gerçekten senden ziyade, yazdıkların önemli olmalı..Ama bun anlamda yorumları ayırt etmek o kadar zor ki..

Ben bazen sana veya başkasına ne yazdığımı bilmez yorumlar yapmış olabiliyorum..Yada yanlış anlaşılabiliyorum. Ama ben hep niyete inandim.Niyet iyi ise, sorun yoktur..

Yazmak çok cesur bir eylem. Yorumlardan sıyrılıp, yazabildiğin, şeffaflığın, sıcaklığın kelimelerin arasında içime sızarken, sen aslında benim için hala gizemini koruyan bir blog yazarısın her zaman..Bundan çok keyif alıyorum. Hep guzel seyler okuyup, hayata aksinden kendime de paylar cıkaracagını bilerek geliyorum sayfana...

Niye bunları yazdım.Sadece içimden geldi:)

Fortunata dedi ki...

Brajeshwari,
Birbirimizin sayfalarında aynı niyetle gezdiğimizi biliyorum:) Beni anladığından da eminim. Ne güzel seninle buluşmak! Sırf bunun için bile blog yazmaya değer:))
Kucak dolusu sevgilerimle..